2013 ilk ÇAĞRI

1BURAK

M E K T U P

14 Ocak 2013, İstanbul

Değerli Dostlarım,

Levh-i Mahfuz’a gönül veren değerli beyinler,

 

Lütfen kitabımızı indirgemeyiniz.

Dinimiz İslam’ı indirgemeyiniz.

Filozofinizi indirgemeyiniz.

Kendinizi de beni de indirgemeyiniz.

Spiritüel mahallelerde İsa’lar Musa’lar hiç bitmez. Her sokakta bir apartman ve o apartmanda zuhur etmiş bir İsa mutlaka bulunur. Tipleri, altyapıları, üstyapıları değişse de tek bir şey hiç değişmez bu ‘mukaddes’ suretlerde:

Y A N L I Ş ANLAŞILMAKTAN ÖTÜRÜ

MUTLU OLAN TEK İNSAN TİPİ BU İNSANLARDIR.

Kimseyi düzeltmezler. Haşa, destur yoktur kelime dağarcıklarında.

Essstaaafullah sahtecilikleri vardır.

 Onlara kızamayız elbette. Her talep, kendi arzını oluşturur. Mevlana’lara çok inanırsan, ‘Mevlana enkarneleri’ bollaşmaya başlar yeryüzünde. Kabahat onda değil sende. DADALOĞLU’na merak sarsaydın, Dadaloğlu enkarnesi olacaktı. Senin yüzünden Mevlana olarak dünyaya geldi. Kader mahkumu o biraz.

 Birkaç kişi sormuştu. Onların güzel hatırı için bana gönderdikleri bir kitap dökümanını kurcaladım. Yazarı olan hanımefendinin Mevlana enkarnesi olduğunu belirtmişlerdi. Ben de bu değerli ve ‘kadim’ bilgiyi aklımdan hiç çıkarmadan inceledim Bilgi dolu eseri.

 Bir insan böyle bir iddiada bulunursa, Allah korkusu taşıyan her fert gibi ben de ona kulak vermekle mükellefimdir. Dünyanın dört bir yanından bana aldığı ‘vahiyleri’ gönderen dostlarım olur. Kulak verelim derken satır satır okumam. Açar, frekansına bakarım. Ve kaparım tabi. Bu teraziye o birkaç kişinin kitabını da koydum. Terazinin bir kefesine Bilgili bir kitabı koydum. Nasıl koymazdım ki, geçtiğimiz 500 yılın en değerli filozofu dünyaya yeniden gelmişti. Koyacaktım elbet. Terazinin diğer kefesine ise Mevlana’nın geçmişte yazdığı eserlerdeki yazı kalitesini koydum. Ve şu tespite ulaştım:

BÜYÜK DÜŞÜŞTESİN MEVLANA.

 Her gün bir yerden göçmek, Ne iyi, Her gün bir yere, Konmak ne güzel, Bulanmadan, donmadan, Akmak ne hoş, Dünle beraber, Gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa, Düne ait, Şimdi yeni şeyler, Söylemek lazım yazan sen, eski günlerini de aratır olmuşsun Mevlana.

-Değer verenleri beni bağışlasın- hikmetten uzak, vasat mı vasat bir kitap. Ben Mevlana olsam, dünyaya geri döneceğim gün bugündür. Vasatların kimlik bilgilerimi ç-aldığı zamandır. Dileyen herkes, dilediği her kitabı okumada özgürdür, özgür de olmalıdır. Senin Huu çekme özgürlüğün olduğu gibi, sorgulayan bir beyin olarak benim de onu vasat bulma özgürlüğüm vardır.

Keşke o günlerde kalsaymışsın, bu devirler seni bile bozmuş Mevlana. İnce kalemin, kalın bir yağlıboya fırçasına dönmüş. Tablo değil duvar yağlıboyası.

Birisi sana gelir ve ben ‘Mozart reenkarnesiyim’ derse ne yaparsın? Kimisi ‘Oğlum bak git’ der. Herkesin bir şansı hakettiğine inanan bizler ise ‘Çok sevindim kardeş. Mozart’la tanışmamızın şerefine hadi bişeyler tıngırdat da dinleyelim’ deriz. Şindi o Mozart, Mozartlığını ispat edebileceği tek şey olan piyanonun önüne geçtiğinde şunları çalarsa ne yaparsın:

  • Re-re-la-la, re-re-la-la, do-re-do-re-si-do-la…

Tireeen geliirr, hoş geliir, leeey ley, lüm lüm ley.

Odaaları boşş geliir, lüm lüm güzeel gel biizee..

Şindi ben Mozartım diyen adam bunu çalarsa, ben de elimi uzatır ‘Memnun oldum ben de Beethoven’ın ilham perisiyim’ derim.

 AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN LAFA BAKILMAZ.

ŞAHSIN GÖRÜNÜR RÜTBE-İ AKLI ESERİNDE.

 Kimin, ne olduğuna, ürettiği eserin kalitesi karar verir.

  • Merhaba. Ben, henüz ölmemiş Pele’nin ölmeden yeniden doğmuş reenkarnesiyim. Yalnız tek bir sorun var. O yuvarlak şeyle aram hiç iyi değildir. Topa bir vurdum mu, MaazAllah dağlara taşlara…

 Oldu mu şimdi Sayın Pele?

 Onun, şunun, bunun reenkarneliğinin de bi düsturunun, bir raconunun olması gerekmez mi değerli spiritüel insanlar camiası? Kapıya gelen ‘polislere’ kimlik sormayıp, kimliğini doğrulatmadan evini açıp, kendini soyduranlara elit pencelerimizden cıkcıklayarak ‘cahil vatandaş’ adını veriyorken, kimliğini doğrulatmadığı İsa’lara, Musa’lara, Cebrail’lere, Mevlana’lara kendini istimlak ettiren spiritüel sizlere ne ad vereceğiz? Entelektüel Vatandaş mı?

 Bu vatandaşlarımızın ‘seçilmişlerine’ de seslenmek lazım.

 Değerli Dadaloğlu Enkarnesi,

Kendin olmak sana neden yetmez?

İsimlerimizin önünde neden bonus sıfatlara ihtiyaçlara duyarız?

Spiritüelllik ruhsallaşma değil midir? Ruhunla buluşma.

Senin bu MARKALI RUHLARA, YAFTALI KERAMETLERE atfettiğin önem de neyin nesidir? Ruh çıplaktır. Öyleyse omzundaki ARMA, göğsündeki LOGO neyin nesi?

Kendimden örnek vermek isterim.

Benim adım 5 harflidir.

O da buRAK’tır.

Tüm çabam, gayretim buRAK olabilmektir.

O da kendimi markalaştırma vesaire aman derim.

İsmine, cismine, nickine hakim olacaksın arkadaş.

Ruhunu markalaştırmaya çalışırsan seni de ateşten toplar izler.

 Eserleriyle dünyayı değiştirmeye ahdetmiş, ama bunun tadını kendi kabuğunda çıkaran çocuk bir buRAK olmaktır benim meselem.

Tüm enerjim, birikimim, sürükleyici gücüm buRAK olabilmekten ileri gelir.

Tarihin belirli kesitleriyle ilişkilenmemizin kaçınılmaz olduğu durumlar , kitaplarımızda eserlerimizde olur ve biter.

Kitabın kapağı kapağı kapandı mı o mitolojik dünya sona erer.

Peynirli makarnalar pişirdiğimiz kendi sıradan hayatlarımıza geri döneriz.

Sen hiç birşey olabilirsen, yazdığın eser ancak o zaman HERŞEY olabilir.

MESELE BUDUR İŞTE.

 Bunun için de çok sabır lazımdır. Gözaçıp kapayıp kapayıncaya kadar geçmiş. Tanrı’nın doğum günü çıkalı neredeyse 6.5 yıl olmuş. Sen bunu kafadan 56.5 sene olarak hesap et. Ona göre hazırla kendini. Kendi kabuğunda, kendi mağaranda, seni kendi kendinle besleyemiyorsa kalemlendirdiğin öğreti, sana 56.5 senelik sabrı veremiyorsa, bir kap çorbanı sana ŞÖLEN gibi yedirmiyorsa, o öğretide bir problem vardır. Kalemi olduğum kendi öğretim adına konuşuyorum ki: Bizim sabır kilerinde daha 6.500 senelik rezerv var.

Ben Muhammed’den ağabeyim diye bahsediyorum. İlk yazdığımda babam kızdı. Oğlum öyle deme dedi. Kendimi ilişkilendiriyorum zannetti belki de. %99‘u Müslüman bir ülkede Muhammed ile kendini Ağabey-Kardeş hisseden biri gerçekten de ne tuhaf. Bizim okuyucu aile fertlerimiz de dahil pek çok insana tuhaf gelebilmiş. Bu konuda ‘açıklama’ rica edenlerimiz vardı. Çok basit birşey söyledim. Babama.

Muhammed ağabeyimdir çünkü:

MÜMİNLER KARDEŞTİR.

bitti nokta.

Basit bir abaküs hesabıyla küçük kardeş olanın ben olduğum da açıktır. Daha nedir?

Röportaj başlığı altına ve diğer yazıların altına ‘İsa’ ile ilgili yazılan pek çok yorum hayretten küçük dil yutturucu mahiyetteler. Bunların da olması gerekli. İçimizden geçenler dışavurmalı. İsimsizce. İhtiyaçlarımız neler görmeliyiz. Bu topluluktaki ihtiyaçlar, insanlık geneliyle ilgili bize önemli bilgilerin ilhamını veriyor. O nedenle bu yanılgıyla yanılanlara, eleştirinin yanında bir de teşekkür buketi.

Şahsen ben, şunu da sorsana Dona’yalarla başlayan sorulardan daha çok, samimi dile gelmiş doğal dışavurumlardan daha çok ilham alıyorum. Senin doğal konuşmalarına bakınca, içindeki o sorular ve onun gibi nicelerini zaten tırak diye alıyorum. Soru sorma geleneğimizde zaten nakledilecek böbreği falçatayla çıkarıp, buzdolabı poşetine koyma ‘pratikliği’ var. Oysa o soruyu senin ruhundan, gönlünden, beyninden alırken bize düşen çokça işlem ve titizlikler vardır.  Soru-tekâmül ilişkisini oluşturacağımız yanıtlarla bozuntuya uğratmamak gibi.

Etrafımızı çevreleyen, hurafelere dayalı ana akım alışkanlıklara karşı tedbirli olabilmeye Levh-i Mahfuz okuyucusu adını veririm ben. İsa neredeymiş, kimmiş, kiminleymiş, bugün ne giymiş bunlar teferruat bilgisidir. Larry King ile İsa kelimelerinin aynı cümlede biraraya gelmesi bunu 2006’da yazan bir kitabın sadece bir alametidir. Diğer pek çok alametlerinin yanına dizersin bunu. ‘Bu kadar da tesadüf olur mu?’ yazarsın o alametlerle dolup taşan kütüphaneye. Bu kadardır. O röportaj başlamadan kendini gerçekleştirmiştir. ‘Larry King talkshow’culuğu bıraktı, tüh bu TDG için çok kötü oldu’ diyenlerimiz için çok güzel bir kartpostal konusu olur bundan. O kadar. Bunun üzerine felsefe inşa edilmez.

 İsa’lar, Mehdi’ler konusu zihinbilgisayarında, arkaplanda senin elinde olmadan çalışan programlardır. Senin kendi bilincinle bu kodları kurcalamanın getirisi olmaz, manâdan uzaklaşırsın. Larry King’in İsa’sına taktıkça kafayı, içindeki İsa’dan uzaklaşırsın. Deneğin birine gidip ‘Mevlâna’nın biri ile tanışırsan bu da seni Nirvana’nın kendi içinde bir mertebe değil Nepal’de bir otel adı olduğu sanılgısına götürür. Mevlana dediğin yakınlaştırır. Bunlar uzaklaştırmaktalar. Çözemedim seni Mevlana kardeş. Bu filozoflarda yüzlerce yıl ölü kalıp döndükten sonra, futbolu bırakmış eski maestro topçu göbeği falan mı oluyor acaba? Benim bildiğim düşünceler, felsefeler diri kalıyorsa, filozoflar da hiç yaşlanmadan formdan düşmeyen grafikler izler ama senin durumun biraz farklı ‘Mevlana’.

Spi-ritüel sokaklarda her köşebaşında bir İsa vardır.

Dinsellektüel mahallelerde de Mehdi’ler bulunur bol bol.

KAPAĞININ ÜZERİNE LEVH-İ MAHFUZ YAZMA CÜRETİNE SAHİP BİR KİTABIN, alamet-i farikası bu İsa’lara Mehdi’lere bir yenisini eklemek midir?

 BU KİTAP, GICIR GICIR İSA’LARA,

YEPYENİ MEHDİ’LERE EL VERMEKTEYKEN…

BUNDAN DAHA FLAŞ HABER OLABİLİR Mİ?

 İndirgemeyelim…

Ne sizi, ne bizi, ne dinimizi ne de kendimizi…

 

Burada Ferrari üreten, günde 500 tane Ferrari yaratabilen bir fabrika var. Ki bu kapasite milyonlara varmak üzere. Rabbin seni Maranello’daki Ferrari fabrikasına götürmüş, sen yoldan geçen f55‘lere ‘Üf yavrum arabalara bak’ demektesin. Oldu mu şimdi bu güzel kardeş?

 Bu kitabın neyin kitabı olduğunu henüz bilemeyenler, bu kitabın yazarının mehdi olarak lanse edilmesini hakedilmemiş bir lütuf olarak görmektelerken bizim isyanımız daha farklıdır:

 HAKSIZLIK OLAN LEVH-İ MAHFUZ’UN MEHDİ’LERDEN SADECE 1 TANESİNE İNDİRGENMESİDİR.

 Şu meşhur röportaja gelince. O röportaj, Larry King’i İsa’ya soracağı sorulardan değil, Tanrı’nın doğum günü TDG App’ın seninle yapacağı röportajın soruları. Senin kendi kişisel Kur-an’ını oluşturmak için. İsa’yı göklerde ararken yerde bulmak buna denmez mi şimdi? Off çok sevdim bu ters köşeyi 🙂 İsa dedin mi vücudun boyundan yukarıdaki kısmı anında gökyüzüne dönüyor. İiissss… Tıkırt hemen kameralar gökyüzünde. Endişeye mahal yok uygulamaya gökyüzü arkaplanını koymuş durumdayız. Evritink orrayt.

 Cihaz temini konusuna gelince. Şu anda dünya üzerinde 7 milyar insan, arzu ettiğimiz cihazlardan ise 400 milyon adet var. Bu dört yüz milyondan bir tanesine senin sahip olabileceğine ben inanıyorum, sen de inandın mı bitti bu iş. Öyle değişimler başlar, öyle Papa’lıklar yıkılır ki, sen de inanamazsın.

sevgiyle

buRAK özDEMİR

http://www.tanrinindogumgunu.com/binyilin-en-buyuk/

  .

.

.

DİN ADAMLARINA

Yeryüzünde AN itibariyle var olan, 
binlerce yılın kültürlerini içinde barındıran, 
bütün dinlerin yönetici sıfatıyla 
AHKAM kesen ve FETVA veren 
egoları tavan yapmış 
tüm DİN ADAMLARINA;

Öğretilerinizin çerçevesini genişletiniz; 
insana kaderi konusunda daha geniş bir kavram, öte alem konusunda daha açık bir görüntü, ulaşılması gereken hedef konusunda da yüksek bir fikir sununuz. Ona vazifesinin, kendisini ıstırap çekerek ve de şuurunun ve tinsel kişiliğinin yardımıyla inşa etmekten ibaret bir iş olduğunu ve de bunun çağlar boyunca ve her mekanda sürdürülmesi gerektiğini anlatınız.

Eğer şu anda etkiniz zayıflamışsa, gücünüz sarsılmışsa; bu, eğitimini verdiğiniz törebilimden ötürü oluşmuş bir şey değildir. 
Bu durumunuz hayat konusundaki anlayışınızın YETERSİZLİĞİNDEN, yani yasalardaki ve eşyadaki adaleti açık seçik bir şekilde gözler önüne sermeyen ve de Tanrı’yı işaret etmeyen anlayışınızdan ileri gelmiş bir şeydir.

Tanrıbilimleriniz düşünceyi bir çemberin içine hapsetmiştir ve bu çember de onu bağlamaktadır; onlar ona çok sınırlı bir temel ilke saptamışlardır ve yapının tamamı bu temelin üzerinde sallanıp durmakta ve de “YIKILMAMA RAMAK KALDI” demektedir.

Metinler üzerinde tartışmayı ve şuurlara zulmetmeyi bırakınız;

 RUHU HAPSETMİŞ OLDUĞUNUZ MAHZENLERDEN

çıkınız, yürüyünüz ve hareket ediniz, din adamlığını terk ediniz.

Örnek alıp ardından yürüdüğünüz Bir ‘kurtarıcı’ daha emekliliğini istedi. Okyanus ötesi kurtarıcının “BEN, BEN” diyerek Son Dem Muhasebesi aşağıdadır:
Dünya adına hiç bir sevdam olmadı. Hiç bir şeye bağlanmadım. Hayatımı çok cazip şeyler ayağımın ucuna kadar geldiği halde bu da benim için olsun falan demedim, düşünmedim. TEK ŞEY NAMI CELILI MUHAMMEDI DÖRT BIR YANDA ŞEHVAL AÇSIN ISTEDIM BEN. AMA O MEVZUDA DENECEKLERI DOĞRU DIYEMEDIM. SÖYLENECEKLERI SÖYLEYEMEDIM. NEFSIMI KARIŞTIRDIM. Sesimi ayarlayamadım.’ F. Gülen

Farkında olmalısınız. 
Hala LEVH-İ MAHFUZ ile buluşmayacak mısınız?

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

.

YAZI X: Milattan Önce ve Milattan Sonra Ortadoğu.

http://www.tanrinindogumgunu.com/yazi-x-milattan-once-ve-milattan-sonra-ortadogu/

Son zamanların en muhteşem eylemi gri merdivenlerin gökkuşağına boyanması. Ve rengarenk merdivenlerin bir takım ‘güçler’ tarafından tekrar koyu gri rengine geri çevrilmesi oldu. Renklerin savaşı. Spiritüel kitaplarda okutulacak kalitede bir devinim bu. Hiçbir cümle, altınçağ için vaad edilen, karanlık 8‘lerle pırıl pırıl 9‘ların yeryüzü mücadelesini bu merdivenlerden daha iyi anlatamazdı. Bu renkli mahallelilerin hepsine selam olsun. Gri merdiven de kalmasın bu arada…

Başbakanımızın patent alması lazım. Kendi şehrine olimpiyatların gelmesini neredeyse istemez hale getirilmiş bir toplum yarattı. Bunun ihanetle vs. ile hiç ilgisi yok. Bunun altında çok basit bir duygusal algoritma var:

‘Olimpiyatları alırsa bu adam bizi gene dövecek.’

Malesef, bu duygusal algoritmayı destekleyen pek çok rasyonel algoritma mevcut.

Başbakanın patent alması gereken bir başka alan, süpersonik sayılabilecek projelerinin karşısında, vatandaşlarından ‘Aman kardeşim eksik olsun hizmet’ tepkisi alabilmektir. Başbakanımız, hizmet istemeyen vatandaş icad etmiştir. Politikacıların, Antik Yunan demokrasilerinden bugüne kadar başaramadıkları bir şeydir bu. Başbakan başarmıştır.

Başarısının sırrı, inşaatı yıllar süren yapıları, açılışta yaptığı tek bir konuşmayla berbat etmesine borçludur. Örnek. Kadıköy – Kartal metrosu.

Ben kişisel olarak Marmaray hayranı bir İstanbul’luyum. Marmaray’la ilgili 10 yıldan beri okuduklarımın, izlediğim belgesellerin haddi hesabı yoktur. 29 Ekim’de açılıyor. Ne büyük bir proje. Sadece Türkiye için değil. Dünya adına değerli. Ben demiyorum Discovery’lerde izlediğim belgesellerde ecnebiler söylüyor. Ama görün bakalım. Nasıl bir konuşma ile milyarlarca dolar yatırımı, onbinlerce insanın emeğini ziyan edecek. -Tabi o güne kadar zihnine bir yıldırım düşmezse.-

Başbakanımızın kalabalıklardan uzak durması gerekli. Belagat şehvetiyle kendinden geçiyor ve ertesi gün, başı ağrıyarak kalkacağı bir günün sabahında yüzünü ekşitecek söylemlerde bulunuyor.

‘Adam’ senin ne işin var, Kadıköy Kartal metrosunun açılışını yaparken, Atatürk döneminde yapılan demiryollarıyla bugünün raylı sistemlerinin hesaplaşmasını yaparsın? Dünya savaşı geçirmiş, üstüne Kurtuluş savaşı vermiş, 1920-1930 yapımı bir ülke ile 21. yüzyıl ülkesinin koşullarını kıyaslayabilmek için bir insanın ya ağır alkol alması gerekir. Ya da ideolojik komplekslerine yenik düşmüş olması.

Yaptığı açılışlarda, toplumunun yarısını döven bir Başbakan icad edildi. Van minüt için tescil başvurusunda bulunan fırsatçılar, asıl bu teknolojiyi tescil ettirin. Eşi benzeri gerçekten yok.

Bir yanımla da üzüldüğümü söylemem gerekir. Bir insanın, iyi işler yaptığında hep iyi sonuçlar görmesini beklerim. Bunu bana dünya görüşüm söyler. Fakat Başbakan’ın projelerini ideolojiler arası kapışma vesilesi görmesi, ucube iş sonuçları doğuruyor. Ama kendi ediyor, kendi buluyor.

Burada olan, bu projeye kan, ter ve gözyaşı döken kadrolara olmakta. Eminim en çok onlar üzülüyorlar. Sen 10 yıl boyunca uğraş iki kıtayı yerin altından bağla. Demir ağlarla entegre et, onu yap, bunu et. Sonra açılış günü gelsin. Halaylar çekilsin, kurdeleler gerilsin, top penaltı noktasına dikilsin. Sonra birisi gelip protokolün ta ortaya yere ç.i.ş.ini yapsın.

Ç.İ.Ş. kelimesini yadırgamayın. İnsanın egosundan dışarı fışkırtılan sıvıların yanında Ç.İ.Ş. zemzem kalır.

Bu iki kıtanın manyetiği, o iki deniz birleşmesinin raylı sistem ayağının gerçekleştiği o günde öyle bir konuşmayı kaldırmayacak. Sayın Başbakanımızın yüksek gerilim hattına i.ş.e.memesi için, etrafındaki sağduyuluların gereken hazırlıkları şimdiden yapmaları önemle tavsiye olunur.

Olimpiyatlarda da aynı algoritma geçerli.

Ç.İ.Ş. yani.

‘Bizzzzz olimpiyatlarııı getirdik, Sizzzz ne yaptınız? Ey muhalefet sen ne yaptın? Konuşmaktan başka. Kılıçdaroğluuu konuşşş.’

Şehvetle dolu konuşmalarınızı bölmek istemem ama demokrasilerde muhalefetlere verilen görev budur: KONUŞMAK.

Muhalafet icraat yeri değildir.

Muhalefet konuşur.

İyi muhalefet doğru konuşmaktır.

İyi muhalefet, doğrulara değil yanlışlara muhalefet eder.

Kötü muhalefet her şeye.

Halk da bunun faturasını keser.

Demokrasi budur.

‘Muhalefetin de belediyeleri var. Onlar da çalışsınlar.’ gibi cümleler de boştur.

O belediye, hükümet muhalefetinin doğrudan bir organı değildir.

Yani Türkiye’nin ana muhalefet partisinin,

örneğin anayasa gibi ulusal konularda fikir beyan edebilmesi için,

kendisini İzmir belediyesi nezdinde yapacağı icraatlarla ispatlayıp

ondan sonra konuşması gibi bir mantık,

akıllara zarar bir mantıktır.

Ama ülkemizde söylemlerle yaşatılan sistem bu şekildedir.

Zaten düşünceme göre, belediyecilikle particiliğin ayrıştırılması gerekir.

Kendi kişisel düşüncem,

belediye yönetimlerine kişilerin kişisel olarak talip olmasının

yüksek demokrasilere daha yakışan bir sistem olduğu yönündedir.

Belediyecilikle parti ideolojilerinin alakası nedir?

Arkadaş,

kanalizasyon sistemi yapıyorsun.

Kanalizasyon borularının açılışını falanca partililer yapınca lağım böyle akıyor,

filanca partililer açınca şöyle mi akacak?

Belediye somut hizmet noktasıdır.

Merkezi hükümetlerin

tüm somut hizmet noktalarına eşit mesafede olduğu yapı,

gerçek demokrasiye daha yakın bir yapıdır.

Mutlak İktidar,

alt branş belediyeleriyle rakip olamaz.

Onların üzerindedir.

Onlara da eşit bir altyapı sunmakla görevli bir hizmetkar olduğu için onların altındadır da.

Belediye meclislerinde partiler gene olabilir, olmalıdır da.

Şehir parlamentosu…

Hadi canım sen de diyenlerimiz…

Bir ülkenin başbakanının,

bir ülke belediye başkanlarının sadece YARISINA

‘Benimmmm Belediye Başkanımmmm’

olarak hitab etmesini nasıl açıklayabiliyorlar acaba?

Böyle partizan,

baştan bölünmüş bir sistemden,

tam demokrasi çıkar mı?

Partisiz belediyeleri, iktidar istemez. Muhalefet de istemez. İşe yerleştirebilecekleri alanlar olmazsa, seçimlerde koşturacak insan bulamazlar. Böyle gelmiş, böyle gider diyelim ve geçelim.

Ben Yirmi-Yirmi Olimpiyatlarının İstanbul’a gelmesini şiddetle istiyorum. İstanbul benim. Onun değil. Gezi ruhunun, İstanbul’a dünya çapında çok farklı bir hayranlık katmanı oluşturduğunu biliyorum. Tanrımızdan isteyelim. Gerisini O bilir. (O bilir ama, ben de çok çok şiddetli istediğimi biliyorum.)

★ Sıra geldi R4bia’ya.

 

Burada bir kitap dolusu söylenecek şey var. Maddeler halinde hızlı hızlı gitmek tek çözüm.

1- Mısır’daki darbenin İsrail’in desteğini almış olduğunu görmek için Başbakan olmak gerekmiyor. Yeryüzünün HANGİ ülkesinde bir askeri cunta yönetimi, ABD’den ‘helallik’ almadan birliğinden 100 metre uzağa ilerleyebilir?

2- Darbelerin arkasında kimin olduğuyla ilgilenmem. Darbenin ÖNÜNDE olan daha önemlidir. Darbeye zemini, ‘Müslüman’ Kardeşler’in kötü yönetimi hazırlamıştır. Arkasında isterse UZAYLILAR olsun, bir darbe kamuoyu zemini bulmadan ancak küçük Afrika ülkelerinde gerçekleşebilir.

3- Müslüman Kardeşlerimizin böyle bir durumu yaşamalarını ben şahsen istemezdim. Ama isteklerim sadece bununla bitmezdi. Pırıl pırıl aydınlık birer güncel zihin taşımalarını da isterdim.

4- Mısır darbesinin 1 numaralı kamuoyu hazırlayıcısı İstanbul Gezi Olayları’nda gösterdiği tutumla Türkiye’nin Başbakanı olmuştur.

5- Ağaçların önünde kalkan olmuş, sırt çantalı genç çocuklara karşı gösterdiği müdanasız tutum, dünyada çok büyük bir şok yaratmış ve Müslümanlık ile Demokrasinin bir araya getirilebileceğine dair SON umutların da tükenmesine yol açmıştır.

6- Gezi ruhunun amacı da isteği de bu değildir. Buna karşın artık Ortadoğu’da, Orduların demokrasilerin emniyet şalteri görevinin verileceği yeni bir döneme girilmiştir.

7- Bu ülkelere Türkiye de dahildir.

8- Yakında, tutuklu generallerimizin birer birer salıverilmesi gibi yeni pek çok gelişmeye hazırlıklı olunuz. Gezi Parkı olaylarında dünya kamuoyu, Türkiye’de askeri enerjinin, varlığının olmasa da güç potansiyelinin eksikliğini ciddi biçimde hissetmiştir ve telafi için gerekli girişimler çoktan başlamıştır.

9- Göz çıkaran polislerine kol kanat geren Başbakan’ın gözlerinde dünyalılar, korkunç bir ‘Demokratik’ Ortadoğu görmüşlerdir. İsrail, Başbakan’ımıza ne kadar teşekkür etse azdır. Sıkıştığı yeni Ortadoğu konjonktüründe İsrail’e yeni ve nefes aldırıcı açılımları sayın Başbakanımız takındığı tutumla sunmuştur.

Ergenekon ile ilgili bir haberin altında birisi yorum yazmıştı. Dünya görüşünü çember sakalıyla ifade eden bir yorumcu kardeşimiz şöyle diyordu:

‘Hadi sıkıysa yapın bir daha darbe.’

Şimdi.

Şöyle.

Sevgili kardeşim.

Bahsettiğin kişi ASKER.

Çocukluğundan beri askeri eğitim almış.

Babası da muhtemelen askerdi. Aldığı eğitimlerde uğrayacağı tehlikelerin en hafifi ESİR düşmek.

Adam, kolunun bacağının kopacağı, öleceği, işkenceye uğrayacağı gibi senaryolara karşı eğitilmiş.

Sen mesleğini SGK’sına maaşına bakarak seçmişsin.

O bunlara bakarak seçmiş.

Askerlik senin anlayabileceğin bir psikoloji asla değildir.

Sen bu (asker) adamı Silivri’ye kapattığında onu felakete uğrattığını ve burnunu feci sürttüğünü sanıyor ve yanılıyorsun. Oradaki generallerin psikolojisindeki yıkım şurada:

‘Darbeyi yapsaydık da yattığımıza değseydi!’

Okuyucu ailemiz bilir. General nesli, hiç hazzetmediğim bir nesildir. Askerleri şahsi işlerine koşturmaları vs. nedenlerden ötürü.

Fakat şu dava sürecinde, Başbuğ gibi generallerin izlediği dik duruş, gerçekten çok ama çok saygı uyandırıcıydı.

Bu insanlar, neden hapis yattıklarına değil, darbe kalkışmasına girmedikleri halde orada olmalarına isyan etmekteler. Bu nedenle, muhafazakar kardeşlerimiz kendilerini kandırmamalılar. Asker ailelerinin ağlamalarına bakmayın. Onlar aileler ve formatları duygusal. Askerlerin kendi duruşları ve psikolojileri çok çok çok farklı.

Ve en önemlisi birliklerde kopan fırtınalar…

Birkaç general hapse girdiği için koca bir orduyu ödü kopan bir şekilde karikatürize etmeye devam ederlerse kaybederler.

Bu bakış açıları, genç asker neslini fena halde tahrik etmekte. Gerçekleşmesini hiç ama hiç istemeyeceğimiz bir şey olan askeri darbe, Türkiye’de bundan sonra olası bir senaryoda, generaller üzerinden değil, itaatten çıkmış genç askerler üzerinden gerçekleşir, bu böyle biline. Askerler en çok intihar eden meslek grubu olarak, hapisle vs. ile yıldırılamazlar bu da biline. Aman dikkat.

Hapse girmekten ödü kopan bir adamı, akşam evi yerine mezara girebileceği bir ihtimalin mesleğini yaptırabilmek mümkün de değildir zaten.

Mısır’la fitili ateşlenen yeni Ortadoğu paradigmasında, Türkiye de bu Ortadoğu resmine dahil edilebilir.

Böyle bir TEHLİKE mevcuttur, uyarırız.

Gezi olayları sırasına, darbe isteyen dış güçler mutlaka olmuştur. Genç asker neslinde de bu konuda durdurulması zor ateşler de yandırılmıştır.

Bu da doğrudur.

Fakat buna karşın D-arbe’nin D’si gerçekleşmemiştir. Bunun nedeni Silivri caydırıcılığı değildir. Arkası hazırlanmış olsa bile, Darbenin ÖNÜ, YANİ TÜRK MODERNLERİ BÖYLE BİRŞEYİ İSTEMEDİĞİ İÇİN GERÇEKLEŞMEMİŞTİR.

★ Bu uyarı senin için gezi ruhu.

 

Ortadoğu’da artık tarih M.Ö. ve M.S. şeklinde.

Mısır’dan Önce, Mısır’dan Sonra.

Gezi Ruhu M.Ö. idi. Tüm varlığımızla yanında olduk. Bazı farklı titreşimler taşıyan ayaklanma sesleri uyandırılıyor ve bu konudaki uyarı boynumuza bir borç.

Yeni bir haklı protest kalkışma, Milattan Sonra dönemde gerçekleşmiş olacağı için, Türkiye’yi çok kanlı boyutlara götürecek tehlikeler arz edebilir ve bu titreşimleri taşıyan ayaklanmaların tüm varlığımla karşısında olacağımı ilan ederim.

Gezi ruhu artık, farklı ruhlara bölünerek tezahür edecektir. Hani nerede Gezi ruhu diye sataşanlar. Merak etmeyin. O RUH ARTIK HER YERDE.

Gezi’nin en muhteşem yanı, kendini hiç tekrarlamaması ve her şeyi tadında bırakması oldu. Bugün merdivenleri boyuyoruz. Yarın Çankaya köşkünü yepyeni renklere bulayabiliriz.

Bizde işler biraz ‘belirsiz’.

Bu ruhun şu anda nerede olduğunu,

Türkiye haritasına böm böm bakarak bulamazsınız. Gezi’yi arayan eline bir yerküre almak zorunda.

Mısır darbesi gibi sonuçlar, Gezi’nin doğrudan hedefi olmayan ara sonuçlardır. Geçiş dönemine aittir. Nihayet, gerçek demokraside son bulur. Bu devrimci ruhun üniformalılara hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. Kimi devletlilerin, kendinden daha azametli devletlilerin varlığından haberdar olmaya ihtiyacı varsa da, bizim yoktur.

buRAK özDEMİR

http://www.tanrinindogumgunu.com/yazi-x-milattan-once-ve-milattan-sonra-ortadogu/

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

Bir cevap yazın