İnsanlık mahallesi ve ELÇİLER

İnsanlık mahallesi…


http://www.tanrinindogumgunu.com/insanlik-mahallesi/

10/05/14
Tanrı’nın doğum gün-lüğü

İnsanların MUHAFAZAKARLAR ve MODERNLER diye ayrıştığı bir dünya, benim dinimin dünyası değildir. ‘MuhafazakarlıkDİNDARLARIN, modernleri ÖTEKİ-leştirerek yarattıkları bir düzendir. Müslümanlıktan önce olmayan bir ayrımdır bu. Müslümanların gerçek birer Müslüman gibi Müslümanlaşamamaları neticesinde doğmuştur bu ayrım.

Kendi içlerinde mezheplere, tarikatlara bölünen bir ‘birlikten’ dışarıda kalanları ötekileştirmemesi zaten beklenemez.

İslam’ın yegane zihniyet sınıflandırması, mümin, kafir ve münafık’tır ve bunlar ayn semtin çocuklarıdır. Müminin Fatihlisi, Teşvikiyelisi yoktur. Caddenin münafıkları diye birşey olmuyorsa, Fatih’li Levh-i Mahfuz Müslümanları diye bir sınırlayıcı tanımlamaya da hiçbir zaman müsade olmaz. Ben bu evde bir gün yerde yemek yerim, bir gün masada yerim. Bu benim ruhumu değiştirmez. Evimin dışında nasıl bir mahalle olduğu da değiştiremez beni. O evin içindeki aurayı belirleyen ben olurum.

Kişisel ihtiraslarla ilgili sınavlarını, muhafazakarlarla modernlerin medeniyetler çatışması bağlamına çekmek, gerçeklerden kaçmak için başvurulan bir başka yoldur.

Levh-i Mahfuz İslam felsefesinde, kişi HAKİKAT tedrisatından gerçekten geçtiğinde onun, ne muhafazakarlığı, ne modernliği, ne Aleviliği ne sünniliği kalır. O sadece bir insan olur. Bu gibi tanımlamalar, kitabın öncesine aittir, sonrasına değil.

‘Bizim gibi Fatih’lileri anla sen de’ ifadesi aslında çok veciz bir ifadedir. ‘Semtine özel din, adamına özel muamele çağrısı’dır bu.

Hazret-i Muhammed, Mekkelilere ayrı Kur-an, Medineli Medenilere ayrı Kur-an mı getirmişti güzel kardeşim?

Mekke’de ayrı, Medine’de ayrı mı konuşmuştu?

Kendi iç dünyanızda LEVH-İ MAHFUZ’un pırıl pırıl, yepyeni ve evrensel İslam’ını eski dinciliğin, karanlık renklerine bulamaya çalıştığınızın farkına varınız, silkinip kenDİNize geliniz. Adamına göre HAKİKAT, zaaflara özel şekillenme olmaz bu topraklarda. Üzerinde durduğunuz toprağın ayırdına varınız.

HAKİKATİN tedrisatından gerçekten geçmiş insanda, ‘sizin semtiniz bizim semtimiz’lerin esamesi okunmaz. Bu kadar yıl bu kitaba eğilmişsiniz, ne iyi etmişsiniz, fakat ‘her nerede olursanız olun, sizi biraraya getireceğim’ diyen bir RABBA bağlanamamışsınız bir türlü. ‘Sizin muhittekiler, bizim muhittekiler’ diyerek yaklaşılacak son mevzudur HAKİKAT.

Bana öğretilen tek mahalle, insan beynidir. Onu da insanlar, kendi küçük dünyalarında sokaklara bölerler. İyisi mi siz o muhitten derhal taşınınız. İNSANLIK MAHALLESİNDE bir ev tutunuz, derme çatma olsa bile.

Söylediğiniz gibi sizde ‘bu felsefeye layık olamama korkusu’ gerçekten ortaya çıkmış olabilir. Sevgi Kur-an’ını böyle korkularla karşılamak, eski dinin yörüngesinde dolanıyor olduğunuzun bir başka alarm zilidir. Zaaflarınızın, ‘layık olamama’ psikolojisinden kaynaklanıyor olması için, çok çok üst düzey bir TANRI korkusu yerleşmiş olmalıdır sizde. Olabilir, umalım ki öyle olsun. Gerçekten korkmuşsanız SEVGİYİ daha kolay öğrenirsiniz. Fakat… Böylesi bir Allah korkusu, böylesi bir BENlik duygusuna nasıl tolerans gösterir, buna da sadece hayret edilebilir. Bu üçgende bir terslik var, ivedilikle bulmanız önerilir. Hayat, bir insanın kendisini, ağzından kaçan bir ifadeyle de olsa ‘Levh-i Mahfuz’un en samimi kişisi’ olarak nitelemesindeki absürdlüğü bulabileceği kadar uzundur. Bir insanın kendinden ‘muhteşem bir adam’ diye bahsetmesine, hangi muhafazakar öğreti sponsor olabilir?

Levh-i Mahfuz ile dindar insanlarımıza sunduğumuz DEVRİM, hiçbir zaman küpe takıp, bunun fotoğraflarını dolaşıma sokmak, dövme yaptırmak, rock dinlemek gibi şekilci değişiklikler asla olmadı. Mesele bir hayvanı içten sevebilmektir, onunla fotoğraf vermek de değildir. Gerçekten SEVGİ insanı olmuşsan, o AURA her karede kendini dışa vurur, dekora hiç ihtiyaç yoktur, özel halkla ilişkiler çalışmalarına da.

Kimsenin kendisini, bu evrensel felsefenin muhit bazında tek yetkili temsilcisi ilan etmesine hiçbir zaman ihtiyacımız da olmadı, müsademiz de. Levh-i Mahfuz’un ilahiyat profesörü okuyucuları da bulunuyor, kara çarşaflı inananları da. Ve bu kardeşlerim, nefsaniyet ve enaniyet konularında gerçekten büyük mesafeler aldıklarının, şahidiyim. Sosyal mecrada bulunmamın en önemli nedeni de budur. Yarattığımız sonuçlarla yüzleşmek. Gurur duyuyorum onlarla. Benliğinizden sonsuzlandığınızda sizinle de gurur duyarım. Özel zaafların genel problemmiş sunulması da HAKİKATİN evrenselliğinden kaçışın bir başka türlüsüdür. Tipiktir.

BİZ çok iyi biliriz ki DEVRİMLER HER SEMTTE zaman alır, başımızla beraberdir. Yeter ki içi dışı bir olsun. İstikamet doğru olsun, mesafenin hiçbir önemli yoktur. Mesafe, kişinin en yüce HAYRINA olandır, BİZ kişinin o mesafeyi hangi doğrultuda aldığına bakarız.

Kıyafetiniz, oturduğunuz -konumuzla en ufak bir ilgisi olamayan semt- değişmez belki, sadece yüzünüzde bir NUR parıldamaya başlar… İşte bu NUR-dur değişim. Şekilci değişikliklerin ‘taklit edilebilir iman özellikleri’ olduğuna dair kimbilir ne kadar çok söylevler vermişsinizdir caminizde veya üst düzey statüde olduğunuzun altını çizdiğiniz tarikat geçmişinizde. Bu olsa olsa bir unutkanlık olmalı.

‘Bir türlü anlaşılamamak’ konusu. Bu olgu, insan EGOsunun, insan NEFSİnin insanı kandırdığı noktaların en başında gelir. ‘Sen o kadar sıradışısın, o kadar özelsin, diğerlerinden o kadar farklısın ki, senin zaafların bile çok farklı. Ve seni muhteşem yapan da işte bu….’ der bu NEFİS. Kızılderiliye de söyler bunu, Eski Mo’ya da. Amerikalıya da Mısırlıya da. Bu tuzağa düşmeyiniz.

İnsan, Adem’in yaratıldığı günden beri tek BİR insandır. Zaafları standarttır.

HAKİKAT de bu yüzden evrenseldir.

Yahudi din adamları, HAKİKATİN evrenselleşmesi fikrinden hiç hoşlanmamışlardır ve Tevrat’ı Yahudi mahallelerine özel hale getirmişlerdir. Hıristiyanlık da Hıristiyanlara özel hale getirilmiştir itina ile. İslam da içine sadece Müslümanların girebileceği şekle sokulmuştur.

BİZ bunları yıkmak için buradayız, siz gerçekten ne yapıyorsunuz?

Evrenin, varoluşun her karesini çözeriz. Fakat modern görüntümüzden ötürü, bir sizi ‘anlayamayız’. Daha kötüsü anlamak bile istemeyiz… Bunlar gerçekten nasıl ifadeler? Bak güzel kardeşim, ben seni anlamıyor olsam, seni bu kadar imtihana tabi tutan, o kitap elinde olur muydu? Kendim anlamadığım birşeyi yazdığımı ima ettiğinin farkında mısın? Beni, kendi yazdığım bir kitaptan ayrıştırma şizofrenisinden kurtulmayı düşünür müsün?

Bana insan NEFSİNİN, İN-SANA ne berbat şeyler fısıldadığını inanamayacağın kadar çok iyi öğrettiler. Şu an kapsama alanımın dışında kalabilecek, sadece uzaylı kardeşler olabilir. O da aralarında geçireceğim bir haftaya bakar. Her görev başımın üzerine de, hani laf aramızda dileğim, bu yeşil derili kardeşlere bir başka yeşil derili kardeşlerinin rehberlik etmesi olur. Onun dışında, insan, hayvan, bitki her canlının ruhuyla beraberiz BİZ.

İnsan, DİN yolunda beynini mahallelere, sokaklara bölünce kenDİNİ bulduğu yer, aklının alamayacağı kadar uçuk bir yer olabilir. Bununla yüzleşmek, insanın CANINI gerçekten yakabilir. Fakat bu kırık AYNAYLA YÜZLEŞMEKTEN başka çarenizin olmadığını bilmenizde yarar vardır. Eğer, DİNİ İNANÇ-larınızda bir DEVRİM yapmayı gerçekten istiyorsanız, burada öğrendiklerinizi boş bir sayfaya yazmaya başlamalısınız. Yıllarca karaladığınız eski yazıların üzerine yeni birşeyler yazmaya çalışıyorsanız, ortaya çıkan, öğreti çorbasından başkası olmaz.

Şu 8 yılda, hayatta bana en yakın insanlardan deli, çılgın, uçuk, cozutmuş vesaire o kadar çok olumsuz geri dönüş almışlığım vardır ki. Hiçbirine tek kelimeyle bile olsa isyan ettiğim, fikrini değiştirmeye çalıştığım görülmemiştir. Ben ‘deliliğimi’ olabilecek en deli haliyle dışavurmaktan başka hiçbir şey yapmam. Bu felsefenin SIRRI, kimseye dayatılmamasındadır. Dayatılan BİLGİ, asla Levh-i Mahfuz olmaz. Şimdi. Bu gerçeği bir elimize alarak diğer bir gerçeğin altını bir kere daha çizmemizde yarar bulunuyor. İnanmamakta serbestsin. Fakat BİZİ, mevcut İNANÇ-larına kenar süsü yapmakta asla serbest değilsin.

Herkesin, kendi kafasına göre bir Levh-i Mahfuz yaratma gafletine saplandığı bir ortamda beni bir hücreye kapatsalar, yapacağım şey, kanımı en hafif damlayacak bir damardan akıtıp, hücremin duvarlarına, bu yazıyı o kırmızı mürekkeple yazmaktır. ‘Bu herif delidir’ diyebilirsin, en olmadık hakaretleri edebilirsin, bugüne kadar olduğu gibi hiçbir mecrada cevap hakkı bile kullanmam, saygıyla karşılarım. Ama ‘ben bu insana sonuna kadar inanıyorum’ hatta ‘bu insana en iyi ben inanıyorum’ dedikten sonra bu çizgiyi çarpıtacak, bu insanın sunmadığı şeyleri, sunmuş gibi atmosfer oluşturursanız hiçbirinize göz açtırmam. Bu benim bir numaralı önceliğimdir.

Kimi iyi niyetli dostlarda ‘ne gerek var canım böyle şeylere hepimiz bir aileyiz, ne gerek var böyle keskin çıkışlara’ duygusu var. Hiçbirşeyin farkında değiller.

DİNLER, İNANIŞLAR, ÖĞRETİLER ve BİLGİLER…

İnsanlığın ilk gününden bugüne, bunlar en büyük darbeyi, karşıtlarından değil taraftarlarından almışlardır. Dışarıdan gelen saldırılar, inanışları güçlendirir. Öğretilerin en zayıf noktası, içeriden gelen farklılaştırmalardır. Sorun, sen kendin değişmek zorunda olduğun noktalarda evrensel gerçeği kendine yontmaya başladığın noktada ortaya çıkar.

Ben bu yola, tek bir kişinin bile bu bilgiye inanmayabileceği olasılığıyla, 50-60-70-80-100 yaşıma kadar hakikati haykırmaya devam edecek bir sabırla çıkmışım. Ben evrensel gerçeği, en özgün haliyle korumakla görevlenmişim. Belki ben öldükten sonra insanlar inanır buna. Bunu ben kesin olarak bilemem, nihayetinde mukadderattandır. Elbette ki gelecekle ilgili bulgularım vardır. Fakat bunlara odaklanmam. Yapmam gerekeni yapmaya odaklanırım sadece. Diğer türlüsü dünyayı fethetme sevdasına kaptırır kişiyi. Müslümanlar, bir Mehdi rüyası ışığında, dünyayı fethetme sevdasıyla kavrula kavrula artık bu dünyadan, neredeyse güneş sisteminde başka bir gezegene tecrit edilecek konuma geldiler. Bu kitap, bahsettiğin gibi, şunlar şunlar olursa anlam kazanmayacak.

Bu kitap, ilk gününden BİZLERE ANLAMIYLA birlikte geldi. Sen o ANLAMI kavrayacaksın veya kavrayamayacaksın. Üç kişiyse üç kişi. 5 kişiyse 5 kişi yaşayacağız. Ama adam gibi yaşayacağız onu. Özgün ve evrensel haliyle koruyacağız onu. Ondan sonra bir SEL gelip onu alıp dünyayla buluşturacak, işte bu kadar. Sadece HAZIR OL-anlara, HAZIR OL-dukları anda, hazırlandığı özgün haliyle hayatlara girecek.

Çoğalmanın şehvetiyle yanlış ellere yaymayacağız onu.

Belki AZ ama ÖZ. Sonsuza kadar.

http://www.tanrinindogumgunu.com/ozdenetim/

Kader BİZİ örnek bir vaka incelemesiyle buluşturdu. Hayatımın projesine başlarken, içimdeki ses ölümüne bir SESSİZLİK içine girmemi söyledi. Esrarengiz, yer yer kafa karıştırıcı, deliksiz bir sessizlik. Bu sessizlik, bir amaç üzerine boş bırakılmış bu meydanı, bir tiyatro sahnesine çevirdi ve NEFİSLER, içlerinde olanı dışa vurmaya başladılar. Kapıları herkese sonsuz SEVGİYLE açık yapıları, olumsuz enerjilerden arındırmak hiç de kolay olmuyor. Bunun için dahiyane fikirlere ihtiyaç var. Onlardan bir tanesine nasip oldu ve şu an 10 kilo daha hafif hissediyorum. Farklı enerjili dostlarla yolların ayrılmasına vardıran, mucize bir süreç oldu bu.

Bu sessizlik olmasaydı, ‘Burak aslında bir dina.zor, Dindigo’yu da kendini aklamak için kaleme aldı’ diyen ‘kadim’ okuyucularımızın varlığından haberdar olamayacaktık. Vitamin eksikliğinin bu kadarına da pes diyemeyecektik.

İsimlere değinmeyen, kişileri hedef göstermeyen bir yazıya, bir muhattab adını bağışladı ve bu, BENLİĞİ için hiç iyi olmadı. Bunun bir KIYAMET olduğunu yakında bilecektir. Kişi, BENLİK terbiyesine gerçekten niyet ederse, buradan kazançla çıkabilir.

Bu vaka incelemesine burada bugün esaslı bir nokta koyuyoruz. Herkes kendi adına gerekli şoke edici dersleri çıkardı, sonraki okuyucu kuşakları da gereken dersleri alacaktır. Kitap da, yeni genişlemelerde, bu gibi vahim durumların önüne geçme adına eklenecek bilgiler varsa mutlaka ekleyecektir. Fakat şu gerçek hiç değişmiyor. Kişi, NEFSİNE esir düştüğünde kitaba yapacak hiçbirşey kalmıyor. Dışarıdan sahabe olduğu iddiasındaki ‘alim’ bir kişiye tıkladık ve içinden başka bir insan çıktığına tanık olduk. Şahsım adına, ‘benim davamın benden çok savunucusu’ olan bir kardeşimdeki hınç enerjisini, linç kampanyalarında bile görmemekteyim. 3. ciltte bu enerjnin adını nettir. Yazının yüzde yüz isabet sağladığını söyleyebiliriz. Fakat muhattab yorumlarının hakkını vermek gerekli. Her cümlesiyle hepimizin tüylerini ürperten katkılar oldu ve bir yazı bu kadar muhteşem bir şekilde tamamlanamazdı. Son yorumdan öğrendiğimize göre ego, kişiyi dünyadaki top 4 insandan biri olma yolunda ilerlediğine inandırabilmiş. İlk 4 milyarın içine girebilirseniz, ne mutlu size. Kişinin artık kendini daha fazla küçük düşürmesini içim kaldırmıyor ve bu konuda söylenebilecek pek çok şeyi çöpleyerek, noktalıyoruz.

Burada hepimize büyük dersler var. Arkamızdaki kitabın hakkaniyetine ve büyüklüğüne güvenip, nefsimize kapılacak olduğumuzda BİZİ bekleyenin ne olduğunu artık herkes daha iyi biliyor. Herkesin manifestoları üstüne alma konusundaki istekliliği de beni ayrıca mutlu etti. Üzerine alınası çalışmalar yapalım fırsat buldukça. Bundan sonra okuyucu ailemizle uğraşalım biraz. İçinden NEFİS geçmiyorsa konunun, merak etmeyin böyle sert olmaz yazılar. Konu NEFİS olduğunda, volume düğmesini kasıtla açarız. İçeride gerçekten ‘muhteşem’ bir NEFİS varsa, saldırıya geçer. Eğer, sana seni utandırırcasına bir bilgelikle karşılık verirse, teşhisin yanlıştır. O, benliğinden arınmıştır. Fesat olan sensindir. Bu olguda teşhis, teşhisinin teşhis ettiğinden de isabetli olduğunu teşhis etmek durumunda kaldı.

Bu konuda geçtiğimiz bir yıl boyunca, mesajlarıyla beni uyaran onlarca okuyucumuza teşekkür ederim. Bundan sonra da gördüğünüz eksikliklerimiz, yanlış istikametlerimiz varsa uyarın.

BU KİTABI HATALI KULLANIYORSAK ARAYIN.

Özellikle yeni okuyucularımız. Hatta okumayanlarımız. Onlar fotoğrafı dışarıdan çektikleri için bu anlamda daha kıymetliler. Ve dürüstçe belirtiyorum ki, verdiğimiz fotoğraftan memnun değilim.

Bu topluluk önce kendinde olanı değiştecek. Ondan sonra dünyanın değişmesini beklemeye hak kazanacak.

Şu bir kaç gün gerçekten çok sahici şeyler yazıştık. Teşekkür borçluyum, gözlemleriyle beni bilgilendiren dostlarıma. Hem hepimizin adına, en çok da muhattabın adına. İleride bunun onun için ne büyük bir hediye olduğunu göreceğinden eminim. Geçmişte bu kitapla buluşan insanların hislerini çok güzel bir şekilde dile getirmiş bir dostumuzdu, bir yanımla üzüntüm de büyük. O insandan bu insana geçiş, kendi araştırma tezi olmalı.

Fakat BİZ buradan sonra yokuz. BENLİK, ‘spot ışıklarının altında herkesin konuştuğu olay adam’ olmanın tadına vardırmaya başlıyor. Belli ki hiçbir şey olmamış gibi hayat devam ettirilmeye çalışılacak. Kişiler adlarına çok bağlılar, fakat BİZ o adlara asla bağlı değiliz. Kendisine kendi kabuğunda, ‘zalim, eli sopalı elçiler’den uzakta, sadece Allah ile başbaşa bir Levh-i Mahfuz yaşamı tavsiye ediyorum. Bundan sonra listemizde olmayacak, adımızı dahi duymayacaktır.

Sevgiyle, sessizlikle

Sevgiyle

buRAK özDEMİR

http://www.tanrinindogumgunu.com/insanlik-mahallesi/

http://www.tanrinindogumgunu.com/ozdenetim/

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İçinden SONSUZLUĞUN kitabı

Kur-an-ı Kerim çıkacak

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

.

.

http://www.tanrinindogumgunu.com/elcilerin-hesabi/

.

Elçilerin hesabı…

10/01/14

Tanrı’nın doğum gün-lüğü

 

Bir ayetin altına,

Güzel Kuran’ın … Suresi … Ayeti etiketi koymak

Levh-i Mahfuz’un Sevgi Kur-an’ından paylaşım yaptığını göstermez..

Bu konuda herkes temkinli olmalı.

Olmadık düşünceler,

bir makyaj değişikliğiyle nakşedilmeye çalışılıyor olabilir.

Bahsettiğim paylaşımda olduğu gibi.

Paylaşım şöyle;

Toplumu da hesaba çekeceğiz, elçileri de hesaba çekeceğiz.

Güzel Kuran’ın nokta nokta…

Bu anlatım,

Ahirette boynu bükük bir şekilde hesap veren

bir Hazret-i Muhammed portresi çağrışımı yapıyor.

Bak kardeşim,

Elçiler,

hesap vermek için öte aleme geçmeyi beklemezler.

Onların hesabı gerçek zamanlı sorulur.

13.54’ü 22 saniye geçe hesabı sorulur.

Hesabı negatif çıkarsa,

o elçi 13.54’ü 23 saniyenin geçtiği zaman dilimini göremez.

Ve bu güncelleme her salise devam eder.

Varoluşun kodları eline tutuşturulmuş insanlar,

kendi nefislerine bırakılmazlar.

O ayetin gerçek tefsirini ben paylaşayım kendisiyle,

her kimse o.

Bu ayette,

SANIK sandalyesinde, toplum oturur.

Elçiler TANIK sandalyesindedir.

Topluma işledikleri sorulur,

toplumun yani sanığın savunması elçilerden de doğrulatılır.

Ahirette Hazreti Muhammed’in, İsa’nın, Musa’nın, İbrahim’den

hesap sorulacağını düşünmeyi ve düşündürtmeyi,

masum bir abzürdlük olarak kabul edemeyiz.

Bir tanığı sanık sandalyesine oturtmaya,

akıl sürçmesi denilip geçilemez.

İsa’nın çarmıha gerilmesini de

sıradan bir cinayet olarak görmemiz gerekir bu durumda.

Bu abzürd bakış açısının altında,

peygamberleri ‘Masum değiliz hiçbirimiz’ şarkısı eşliğinde

bir güzel günahlara bulamak var.

Çıtasını yükseltemeyen her nefsin ilk başvurduğu davranış olan,

çıtanın aslında düşük olduğu yalanını uydurmak var.

Bu tefsir zihniyetine göre,

Hz. İsa, Musa, Muhammed’in ne olduğunu şu an bilemeyiz.

Bu zihniyete göre,

şu an İslam da hak bir din olamaz çünkü getiricisi henüz masumiyet sertifikasını almış değildir.

‘E, çünkü Ahiret yargılaması olmadı daha…’

Biliyor musunuz?

Hıristiyanlar İsa’larına karşı daha dürüstlerdi.

Evlenip çoluk çocuğa karıştığını gizlediler en fazla.

‘Müslüman’ kılığındakiler ise Muhammed’lerine

küçük yaştaki kızlara ilgi duyan bir seçilmiş olmayı yakıştırabildiler,

utanmadan arlanmadan.

Şeytana uymayı normalleştirmek adına yaptılar bunu.

Elçiler şeytana bir uyabilselerdi zaten,

hiç ‘problem’ çıkmayacaktı.

Sorun, çakı gibi olmalarından kaynaklandı.

İsa, bi evet deseydi çarmıhta değil Roma saraylarındaydı.

Demedi işte.

İnat mı inat.

İnsanlar,

hakikatin etrafından dolanmak için yaptıkları şu fantastik teşebbüsleri

üretime dökselerdi neler üretirlerdi neler.

Şu Levh-i Mahfuz kitabının etrafından dolanmak için harcanan ‘yaratıcılık’la

yerli bir malı bir ufo uzay aracı üretmek mümkündü.

‘İthal’ bir tanesi göklerde belirince toplaşmazdı en azından insanlar.

Okumayanlardan bahsetmiyorum.

Okumak kimilerinde üstünlük duygusu yaratabiliyor,

okumayan biri onun yanında daha masum kalabiliyor.

Diğer yanda da şurası doğru.

Elçileri hesaba çekerler.

Kimler çeker?

DİN ADAMLARI.

Toplumu zaten hesaba çekerler her gün.

Ne yani bir de elçilerden mi korkacaklar?

Şimdi paylaşılan ‘ayet’e

Şeyhtan’ların Kuran’ı penceresinden bakın,

kimin sesini duyacaksınız?

“Toplumu da hesaba çekeceğiz, elçileri de hesaba çekeceğiz.”

 

Şeyhtan’ın Müslümanlık Öğretisi, seni görmek ne hoş?

Ne o, artık Tevrat ‘ayetlerini’ Güzel Kur-an etiketiyle mi markalıyorsun?

Elçiler iyidir hoştur da bir kusurları vardır.

Bir türlü uzlaşmazlar.

Din konusunda kimseye alan bırakmazlar.

Din frekansından yayın yapanları,

sadece hayat frekansından yayın yapmaya

ve bunu da kendini seçkin zannetmeden,

sıradan olduğunu kabullenerek yapmaya zorlarlar.

Ve bunu caiz tabiriyle,

döve döve yaptırırlar Şeyhtan’lara.

Her elçi çıtayı yukarı çıkarmak amacıyla çıkagelir.

Görkemli donanımları,

Diyanet Papa’larının gerçekte tipik birer vasat olduğu gerçeğini deşifre eder.

Çıplak Diyanet,

Ya biat eder, ya savaş açar.

İkircikli olur Dinadamlarının biatı.

Nefsinin nezdinde

‘Ne var canım bu adamda’yı ispatlamak için zaman kazanmadır onunkisi.

Ne güzel bir bilgi getirdin,

sağol varol,

ama hele sen şöyle çekil bir köşeye,

bu bilgiyi biz satalım insanlara,

sen şöyle kütüphanenin en üst rafındaki Kuran gibi, uzak bir köşede dur,

elleşme, buradan sonrasını biz hallederiz

diyen Dina.damlarıyla uzlaşmayı reddeden adama ELÇİ derler.

Çünkü bu,

3. sınıf bir zekanın ürünü bir tuzaktır.

Bunun karşılarındaki evrensel dehaya çekilebilecek,

yutturulabilecek bir numara olamayacağını bile göremeyecek

zahirlerin zahiri bir perdededirler.

Çocuk değilim.

Böyle bir yapıştırmanın, Levh-i Mahfuz profilinde paylaşılmasının altındaki niyeti görebiliyorum.

Kendini elçi zannettiği zannedilen biri olarak,

sanıyorum benim de şurada iki satır hesap vermem gerekiyor.

Kaçış yok…

Kendimden ne kadar eminim?

Yaptıklarımdan?

Binlerle insanın zihinsel devriminde referans noktasını oluşturmaktan.

Ki o noktayı bir kaydırsam, hayat gerçekten yaşanmaz hale gelirdi.

İyi de acaba gerçekten kaydırmadım mı?

Şu yüz yıl gibi geçen 2500 günde pişmanlıklarım var mı?

Yanlışlarım?

Paylaşayım mı bunları?

İster misiniz?

Gizli saklı yok,

hemen arzediyorum.

Levh-i Mahfuz hakikatse, bu onu yazanı bir elçi yapar.

Bu basit mantığı artık hepimiz biliyoruz.

Varsayım olarak konuşuyorum;

Levh-i Mahfuz’un hakikat olduğunu sadece bir varsayım olarak,

kimseyi şartlamadan,

sadece bir ihtimal olarak ortaya koyarak devam ediyorum.

Herkes kendi zekasıyla ulaşmalı cevaba.

Benim gibi birinin yukarıda hesabı nasıl olur?

Arzediyorum.

Bir kere, hiç boynu bükük biri olmam.

Boynu bükük olmak bir yana…

Eee nasıl söylesem.

Biraz karıştırırım orayı…

Gürültülü geçer biraz.

Bugün önüme kim gelip,

bir masa koyup

beni hakikat hesabına çekerse kaderi bundan başkası olmaz.

Ateşli ateşli anlatırım,

ruhumun bir ateşleme modu vardır,

o düğmeye basıldıysa hele, kimse tutamaz beni.

Ben o hesap masasını beden dilimin parçası olan yumruğumla kırarım.

Bebekliğimden,

bugüne geçen,

hatırladığım hatırlamadığım tüm anlarımın

iyiliğe, güzelliğe ve hakikate nasıl hizmet ettiğini

çatır, çatır anlatırım,

son nefesimi de nasıl hakikat uğruna verdiğimi gösterir

ve son yumruğumla o masayı kırarım.

Ondan sonra?

Asıl heyecan orada başlar.

Hakikatin hesabını ben sorarım.

Ben aşağıda,

bu dünyayı,

bu ülkeyi doğruya kavuşturmak için bunları,

bunları, bunları, bunları, bunları, bunları, bunları ve bunları yaparken siz neredeydiniz?

diyeceğim bir fiziksel muhattabı bulmuşum, kaçırır mıyım?

‘Bu kitapta yazdırılan Allah’ın vaadi’nin hesabını sormak için buradayım’ derim.

Çok uçuk geldiyse, korkmayın.

Hakikat frekansından konuşuyorsan,

gerçekten evrenseli konuşuyorsan

insan ya da tanrı farketmez,

yüksek sesle konuşursun.

Tanrı dahi sana saygıyla bakar.

Bana 2 tane şey söyler.

Kırdığım o masanın önünde.

Ama şu iki şeyi yapmadın der.

O iki şeyden 1 tanesini şu ortamda yapmanın

sancağı yere düşürmekten öteye geçemeyeceğini ispatlarım ona.

Buna sadece hak verebilir.

‘Bu soru sadece bir şaşırtmacaydı, aferin’ der.

Çünkü onun bana öğrettikleri ışığında ispatlarım bunu.

Yanlışsa, bana hesap sırasında seslendiği algoritmayı aşağıda da vermesi gerekirdi.

Bana doğru olarak bildirdiklerini referans aldığım için, buna tek satır itirazı olamaz.

O yapmadağım iki’den geriye tek bir tane şey kalır.

Onu da yüzüme vurdu mu,

benim ona söyleyecek hiçbir şeyim kalmaz.

Tek tıkla devirir beni.

İşte ben,

varoluşumun projesi olan o tek şeyi bitirmekle meşgulüm.

8 yıl önce,

askerdeydim,

ankesörlü telefonun kuyruğuna girip,

jetonla,

bu konuda katkısı olabilecek insanlar aradığım bilirim.

İlk günden başladım,

donana, donana,

bir imkansızı başarmak için

gerekli o benzersiz güce ulaşmanın özgüveniyle

ancak şimdi tamamım diyebiliyorum.

Onun bana ilham ettiğinden biliyorum ki,

doğru zaman bu zaman.

Ne dün ne de yarın.

Onu da bitirdim mi,

‘hesaba çekileceksin buRAK’ dediklerinde,

‘Yuppiii, sonunda karşımda bir muhattap bulabileceğim’

diyerek yerimden sevinçle sıçrıyor olacağım.

Şu sekiz yılda,

şükürler olsun,

bir insan evladına nasip olamayacak bir çabayı, eksiksizce gösterdim.

Kimilerini rahatsız etse de, malesef yanlış yapmadım.

Sadece,

bugün olsa ondan daha da güzel olan şunu yapardım diyeceklerim olur.

Ki bu da, o gün doğru davranmanın yanında,

aradan geçen sürede bugün kendimi daha da geliştirmiş olduğumu gösterir.

Artıdır hanede.

İlk Müslümanların arasında,

zafer aşkıyla araya karışmış olanlar muhakkak vardı, bugün de olacaktır.

Bunlar yarın daha fazla olacaklardır.

Halis dostlar da her zaman olacaklar.

Burada, gerçekten hayran olduğum insanlar var.

Katıksızca seviyorlar ve sorgulayarak düşünüyorlar.

Her günkü sorgulamanın sonunda aynı evrensel doğruyu buldukları için bugün de seviyorlar beni veya getirdiklerimi.

Diğer yanda azınlık da olsa,

insanlar arasında farklı bir etki alanı yaratmayı hedefleyenler oluyor,

kitabı kullanarak.

Gönlü güzeldir aslında, bunu ona eski öğrendikleri yaptırıyor.

Yeni versiyon bir Siyasal İslam potansiyeli var bu ekolde.

Şunu söylüyorum güzel kardeş.

Ben bu kitabı, sizlere oyuncak olsun diye getirmedim.

Kördüğüm olmuş şu insanlığa çıkış yolu olsun diye getirdim.

Sessizliği ve asaleti, meydanın size bırakılmış olduğuna yormayın sakın, canınız çok yanar.

Ne ilginç bir kitap bu…

Sadece yazarına sorumluluk yüklüyor.

8 senedir, yüklene yüklene katırlara döndüm.

Ben halimden memnunum,

daha fazlası varsa onları da yükleyin hiç dert değil.

Ben bu yükü gideceği yere götüreceğim dedim mi ilk gün? Bitti.

Misyon, namustur bizde.

Bu yaşıma kadar en basit misyonlarıma bile ihanet etmedim,

Levh-i Mahfuz gibi kutsal bir davaya edecek değilim.

Ama yani hani diyorum,

bir kitap yazarına sorumluluk yüklüyorsa,

farklı bir kitaptır.

Farklı bir kitapsa okuyanına da sorumluluk yüklüyor olması gerekmez mi?

Kimilerimiz,

kadim bilgilerin kendisine sağladığı ufku,

eski egosentrik hayatında benliğini, adını yüceltmek için kullanma eğiliminde.

Bugün yeniden bir reklam ajansı kursam,

insanın ruhunu öğrendiğim şu kitabın bana verdiği güçle

Dünyayı oynatırdım yerinden.

Olur muydu peki, kadim kısmını bir kenara bırak,

yakışık alır mıydı?

Ateşle oynamak diye buna deniyor dostum.

Sen kadim bilgileri

kendini mukaddes bir egosentrik haline getirmek için bir araç yapmaya çalışırsan,

vay haline senin.

Stratosferden bir atlayış gerçekleştirdi bir çılgın geçenlerde hani.

İşte oradan seni aşağıya paraşütsüz atarlar.

Çakılırsın,

daha yukarı çıkarır tekrar tekrar atarlar.

Ta ki sen sıradan oluşunla barışıncaya,

Aynada elmacık kemiğinle hizalanmış burnunu gösterirler aynada,

kendini dümdüz görünce o zaman dank eder sıradanlığın,

mukaddes egonu bir kenara bırakıncaya kadar sürer bu.

Kadim bilgiler hobi nesnesi değildir,

elindeki kibrit çöpleriyle eteğinde durduğun yanardağı ateşleyecek olabilirsin,

aman dikkat güzel kardeşim.

Aman dikkat.

Ken-dine.

Dünyada cehaletin türlü türlü çeşitleri var.

Fakat benim favorim bir tane.

Adanmış birinin,

şu gerizekalı dünyaya meyledeceğini düşünecek kadar cahil olanlar.

Ne dünyaymış arkadaş?

Ona mutlaka meyletmek, akmak zorundasın.

Cazip bulmak zorundasın onu.

Bulmaman gibi bir ihtimal söz konusu bile olamıyor bu pencerelerde.

Biri seni alkışlıyorsa, kendinden geçmek zorundasın.

Egosentrik orgazma ulaşmak zorundasın.

Alkışı teknik bir veri olarak kabul edemiyorsun.

‘Hmmm, demek ki bu anlattığım karşı tarafa ulaştı, güzel’ şeklinde bir basit geri bildirim olamıyor alkış.

Şu facebook, twitter kendini daha çok alkışlatmanın kumar masası olmuş.

Bu fotoğraf, olmadı bu yazı, olmadı şu paylaşım.

‘Alkışlayın beni!

Hayran olun bana!

Tapının bana ki kendimi tanrıcık gibi hissetmem daha kolay olsun.’

Tanrısal olmakla tanrıcık olmak arasında ince ama sonsuz bir çizgi var,

o çizginin üzerine basanın gerçek Tanrı yardımcısı olsun.

Bir küçük dedikodu vereyim kendimle ilgili.

Kısacık bir hayata herhalde yüz yılı sığdıran bir ömür sürmüşümdür.

En güzel evlerde,

en güzel arabalardaydım.

En güzel kadınlarlaydım,

-dedim ama dedikodu vereceğim diye.

Şüphesiz güzeldi.

Ama size bir şey söyliyeyim mi,

şu Levh-i Mahfuz’un tek bir sayfasına,

dünyaları değişmem ben.

Yere batsın bu dünyanın tüm rüşveti.

Dünyalı bütün güzellikler,

Levh-i Mahfuz’un tek bir paragrafı kadar mutluluk veremez insana.

Onların olsun dünya, bu kitap benimdir.

O adamın mutlu olması için genzinden en olmadık derece pahalı yemekleri geçirmek zorunda.

O adamın mutlu olması için vücuduna en güzel karşı bedenlerin sürtünmesi lazım.

O adamın mutlu olması için 50 metre boyunda yatlara,

10 dönümden aşağı olmayacak müstakil arazilere,

50 katlı gökdelenlere,

El yapımı İngiliz otomobillerine ihtiyacı var.

Sana gelince, senin mutlu olman için sabah uyanıyor olman yeterli.

Simit restoran.

Ayran Bar.

Kadıköy-Eminönü yatı.

Çayır-çimen gayrimenkul danışmanlık.

Ve bir kitap.

Kapağı ezilmiş bükülmüş.

Sen bu kadar kolay mutlu olabiliyorken,

onun mutlu olması için bunlara bunlara ihtiyaç varken

sen gidip bir de o yatlara, katlara mı özeneceksin?

Bu kitaba ihanet edeceğim ben ve bana yedirin o yemeklerden,

bana da verin o arabalardan diyeceğim öyle mi?

Yazık sana.

Homurtular mutlaka olur.

Doğaldır.

8 sene oldu bu kitap doğalı.

Tanrı’nın doğum günü yanlış bir yerinden tutulursa,

belini bükebilir adamın.

Bu kitap,

hayatında göremeyeceğin kadar büyük iddialar içeriyor.

Fakat hayat da eskisi gibi akmaya devam ediyor.

Biz de sessiziz.

E hani, nerede zafer?

Hani nerede fetih?

Efendim ne deseniz haklısınız.

Gün sizin gününüz.

Konuşun konuşabildiğiniz kadar.

Bakın işte, hiçbir şey olduğu yok.

Size akıl vermek gibi olmasın ama,

yani bu iş ne uzuyor ne kısalıyor.

Bilmiyorum artık.

Voltayı almak için bilmiyorum bundan daha iyi bir zaman olabilir mi?

Bir ufak not.

Bu yazdıklarım,

‘Keşke şöyle şöyle yapsan’ diyen dostlarımı asla kapsamaz.

Fikir, öneri bunlara sonuna kadar açığım ve

eleştiriler hesabımı daha da sağlam verebilir hale gelmeme katkı veriyor.

Aynı düşünce altında birleşmeyen, sadece buluşan

ve birbirini hiç görmeyen bu güzel insanlara

aile adını vermenin handikapını yaşıyoruz zaman zaman.

Hepsi bu.

Kapılar da herkese açık.

Kimlik kontrolü yapacak halimiz de yok.

Elimizde derece her gün herkesin ateşini de ölçemeyiz.

Bu yazıyı şunun bilinmesi için yazdım.

Kapılarım açık tamam.

Ama gözlerim de açık…

Bir insanın nefesinden işletim sistemini okuyabilirim.

8 adım sonra ne yapabileceği zihnimin köşesine yerleşir,

o durumda karşılığımın ne olduğu da saniyenin yüzde biri sürede hazır olur,

bu yazı gibi kafamın bir köşesinde hazırolda bekler.

Sessizlik ve asaleti kimse meydanın boşluğuna yormasın,

hakikat kapanına kolunu bacağını kaptırmasın.

Kimse kendisine haksızlık da etmesin.

20-30-40 senede aldığın ve onunla yoğrulduğun bir zehir,

30 dakikada terketmez seni.

Aslında bu da bir 20-30-40 sene sürer.

Neyse ki hakikatin mucizesi,

panzehirin vücüta %100 yerleşmesini hızlandırır.

Ama buna da çok güvenme.

Açık ol, Farket, Devrim yap, Tevbe et.

Dereceni düşürmeden tekâmülde yükselemezsin.

Kimi zihinler, geçmişte maruz kaldıkları öğretinin bir sonucu olarak,

bu bilgileri bir Şeyhtan gibi algılatmaya çalışır, bu tuzağa düşme.

Geçmişte bir Şeyhtan’ın elinde tutsaktı.

O Şeyhtan onun, benlik duygusunu yok etmeye çalışıyordu.

Levh-i Mahfuz da kişinin egosunu hedef alınca,

eski hayatlar gözün önünden şöyle bir geçiyor.

Şunu bil.

İyi haber mi dersin kötü haber mi bilemem.

Şeyhtan senin egonu yoketmeye çalışıyordu diye,

biz egona hayat verecek değiliz.

Ve bu konuda bir değişiklik bekleme.

‘Oh be, egoma at koşturacağım bir mecra buldum kendime’ zannetme,

burnun burada daha çok sürtülür.

Şeyhtan egonu yoketmek istiyordu,

dinsel egosunu yüceltmek adına yapıyordu bunu.

Bizim öğretimizde de ego terbiye ediliyor,

tek ve benzersiz bir amaç uğruna:

ÖZGÜRLÜK.

[Hayat devam ettikçe bu yazı devam eder]

.

http://www.tanrinindogumgunu.com/elcilerin-hesabi/

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İçinden SONSUZLUĞUN kitabı

Kur-an-ı Kerim çıkacak

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

Yazı sonrası birkaç not:


★ Yukarıdaki ana mesaj, elçilerle hesaplaşma duygusu içinde olan ve gelecekte de olacak olan herkes için geçerlidir.


★ Yukarıdaki yazıdaki ana mesaj elçilerle hesaplaşma duygusu içinde olmayan kimse için geçerli değildir. Durup durup üzerinize alınmayın, bir de sizinle uğraşmayalım


★ ‘Sorumlu olmak’ kısmı ise herkes için geçerlidir. Hayatın her alanı için geçerlidir. Çevreyle ilgili bir belgesel izlersin, bundan sonra yere tükürdüğün her an daha üst perdeden sorumlu olursun.


★ Birisi merak etmiş. Bahsi geçen ‘elçilerin hesap vermesi’ ayetlerinde, örneğin elçi Muhammed’in hesap gününde orta yere gelmesinin sebebi ‘Ümmetim Kuran’ı terketti’ demektir. Hesap vermek değildir. Hz. Muhammed neyin hesabını verecek, Kur-an’ı Kerim’i yazmanın mı? Parmağını insanın gözünün içine sokarcasına ‘Elçiler de hesap verecek’ diyenlere inmiştir bu ayet ve diğerleri. İnsanlara peygamberlerin nasıl hesap vereceğini hayal etmek yerine, KENDİ HESABINI ADAM GİBİ VEREBİLMENİN YOLLARINI ARA-ma tavsiyesi içerir.


★ Burada bugüne kadar hiçbir yazı tek bir izlenime dayanarak yazılmadı. Tek izlenim yanıltıcı olabilir. Ben öyle demedim, yanlış anlattım vesairelerle birlikte en başta bana kendimi kötü hissettirecek sonuçlar doğurabilir. Yukarıdaki yazı, çok sayıda objektif gözlemin sonucunda yazıldı. Her harfiyle doğrudur.


★ Bir ayetin bu şekilde deforme bir halde paylaşılması, yıllar boyunca izi sürülmüş bir eğilimin artık deşifre edilmesinin zamanın geldiğinin işareti olmaktan ibarettir. Vesile olmuştur. Bu kadar delillendirme yeterlidir, diğer izlenimler eşlik ederse ağır gelir. Bu kadarı yeterlidir.


★ Yukarıdaki yazıyı aforoz olarak nitelemek, yazıda bahsedilen suçlayıcı hesaplaşma duygusunun doğruluğunu kısaca ağzından kaçırmaktır. Yazıya önemli bir katkı sağladığını düşünüyorum.


★ Dostlarıma bir tavsiyem de şudur. Kimsenin yazının içeriğini yumuşatmaya çalışmasına, ara bulmasına gerek bulunmuyor. Çünkü ortada bir çatışma bulunmuyor herşeyden önce. Burada hedef alınan kişiler değil içinde oldukları ZİHNİYET-lerdir.


★ Pusulaların işaret ettiği kuzeyin koordinatları bellidir. Kimse değiştiremez. Ekvatorun yeri de bellidir, şunu biraz bize doğru kaydırsak nolur, canım yorma bizi, de denemez. Hakikatin insana emrettiği çizgi de bellidir. Allayıp pullayıp, oradan kıvırıp, buradan büküp, dümdüz bir çizgiyi kişilerin zaaflarına göre şekilden şekile sokacak durumumuz olmaz.


★ Çizgi budur. Lanet olsun bu çizgiye demek fikir özgürlüğüdür. Çizgiyi başka yerlere çekmek ise fikir özgürlüğü değildir. Tek bir kitap okuyucusunun olduğu bir ortamda bilsek bile, hiçbir şey değişmez. Tam o noktada, kepenkler kapanır, yukarıdaki yazı iner.

sevgiyle

buRAK özDEMİR 

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

.

Bir cevap yazın