“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olmayacak” demiş, Mustafa Kemal.

.

19.mayıs.1919-19.mayıs.2015

.

“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler,

müritler ülkesi olmayacak” demiş, Mustafa Kemal.

Hem gerici enerjiyle, hem de dünyanın karanlık yüzüyle aynı anda savaşmış biri o. Her ikisini birden alt etmenin nasip olduğu nadir bir insan. Ve ne yazık ki bi türlü doğru anlayamıyoruz onu.

Mustafa Kemal kahin değil, bu nedenle onun -ecek, -acak, -meyecek, -mayacak’lı sözleri gelecekten haberler bülteni değildir.

Ecek’ler acak’ lar basbayağı bir hedef göstermedir. Yoluna ışık tutmadır.

Sana dikkat et, gayret et şeyhlerin ülkesi olmasın diyor.

Sense, oh be dünya varmış Atatürk söyledi,

gericilerin ülkesi olmayacak burası diyorsun.

Ayağa kalk diyor sana.

Peki diyip oturuyorsun SEN.

Anlamıyorsun onu.

Anlamayınca da emanet bu hale geliyor işte;

Türkiye, şeyhlerin de, dervişlerin de,

müritlerin de ve daha beteri

GURULARIN da ülkesi oluveriyor.

Uzay çağında…

Aslına bakarsanız M. Kemal’in devlet adamı olması yanıltmış BİZİ. Onun işaret ettiği hedeflerin yerine getirilmesini devletten ve onun adamlarından beklemişiz. Sivil bir toplumun, sivil bir ferdi olarak görememişiz onu. Hep üniformalı kalmış. Üniformayı çıkardığında da frak giydirmişiz. Fotoğraflarının belki de yüzde doksanı, sokakta sıradan insanlarla çekilmişken, BİZ sırça köşklere kilitlemişiz onu. İkinci bir Mustafa Kemal olabilmeyi, devletin üst-makamlarına gelmeye koşullandırmışız. Oturduğun yerde olabileceğin biri olamamış hiçbir zaman o. Uzak hedef olmuş sana. O makamlara gelenleri de beğenmemişiz zaten. Atatürk bir çıta olmuş ve o çıtayı siyasetçilerin, devlet adamlarının aşması beklenmiş. Nedense SEN onların akıllarına hiç gelmemişsin.

Her şeyi devletten bekleme!,

lafı oturmuş da

her şeyi devlet adamından bekleme!

lafı bi türlü oturmamış.

Gerçekte Mustafa Kemal,

ne bir makamdır ne de bir mevki…

O bir bakış açısıdır.

O bir gözlüktür.

Gözü olan, bir yere bakabilen herkes onu takabilir.

Onu devam ettirebilir.

Taktım dediğin anda bitmiştir.

Din ve felsefe maskeli gericiliğin, o “olmayacak” dediği halde olmasının nedeni şu ana dek onu tam olarak anlayamayışımızdır.

Bakın çok basit bir örnek.

Ne mutlu Türküm diyene”nin gerçekte ne demek olduğunu idrak edersen, her yanı Atatürk sembolleriyle dolu Türk Dil Kurumu’nu yerlebir etmen, yeniden inşa etmen gerekir.

Ne mutlu Türk olana” ile

Ne mutlu Türküm DİYENE

arasındaki tek fark,

ikinci lafın soyculuk yapmaması,

kökenle ilgilenmemesi,

önemli olan bugün, burada, BİZİMLE olman” demesidir.

Bu anlayışı dil alanına uygularsan;

Kökeni Türkçe olmasa da, dilimize girmiş,

bugün, burada, BİZİMLE olan”,

ben Türkçeyim diyen her kelimeyi

Türkçe olarak kabul edersin.

İçe dönük bir dil yaratma çabasını terk eder,

dilini dünyaya entegre etmenin yollarını ararsın.

Güzel, etkili, dilindeki boşlukları kapatan

“yabancı” kelimelere açarsın kapını.

Kendi güzel kelimelerini de öne çıkartırsın diğer yandan.

Çağdaş bir dil yaratırsın.

Kökene dayalı dilcilik yapmazsın.

Hele bunun adına Atatürkçülük hiç demezsin.

Mustafa Kemal’i doğru anlarsan tabi.

Devlet işleri frekansı üzerinden değil,

felsefe frekansından iz sürersen.

Onu bir makam değil bir bakış açısı olarak görürsen.

Onu Ortadoğu’nun YAZGISINI değiştiren,

doğuyu yeniden doğuran

bakış açısı olarak görürsen eğer.

Ne derlerse desinler.

BİZLER devam edeceğiz onun bıraktığı yerden.

Mustafa Kemal…

O milli alanda başlatmiş DEVRİMİ.

BİZ, manevi alanda devam ettiriyoruz.

Böyle olması da gerekiyor.

Hele bir insan RUHUNU kurtaralım da esaretten.

Ondan sonrası kolay iş.

RUH, şeytandan özgürlüğünü alacak kudreti

bulsun da önce. Ondan sonrası bir gecelik iş.

Bu “bir gecelik iş” lafı Dona’nın biliyorsunuz.

Geçenlerde bi gazete kupürü gördüm.

Hükümet takımından biri,

kitabı taramış herhalde BİZİM.

Dona’nın Ortadoğu tezini cımbızlayıp, diline dolamış;

Bir gecelik iştir falan filan diye demeçler veriyor.

İktidarsın sen.

Bi gecelik bi gecelik diyeceğine yapsana.

Kaç gecedir iktidarsın sen?

Neyse o taraflara söyleyeceğimiz

çifter çifter sözlerimiz olacak.

Zamanı gelince tabi.

Şimdilik tembihliyiz Dona’dan.

Uslu çocuk olalım. İşimize bakalım.

Planlarımızı doğru yapalım.

Cumhuriyet DEVRİMİNİN havada kalmış yanlarından,

dersler çıkararak yapalım planımızı programımızı.

Kendi davamız, kendi idealimiz penceresinden baktığımda, Cumhuriyet Devrimlerinden şahsen aldığım en büyük ders Mustafa Kemal’in yalnız bırakılmasıdır. Tekleştirilmesidir.

Kişiler katına çekilmesidir.

SEVGİ adına, liyakat adına yapılmıştır bu.

O “Bu millet, benim gibi daha binlerce Mustafa Kemaller çıkarır. Beni de bir Türk anası doğurmadı mı?” demiştir. O’nun arkasından “Bir Mustafa Kemal daha gelmez” demiştir onlar. Bunu bir serzeniş olarak değil, “müjde” olarak dillendirmişlerdir.

Yalnız ve tek bıraktılar, çoğalmasına asla izin vermediler.

Mustafa Kemal öncü olmak istedi, ardındakiler onu lider yaptılar.

Oysa ne güzel de öncü bir sıfat seçmişti kendine;

BAŞÖĞRETMEN.

Bu kelimeyi, kendisinden bahseden mütevazi sözleriyle birleştirince, buram buram çoğalmak isteyen, tek olmamak için bir tek yalvarmadığı kalan bir portre çıkıyor ortaya.

Gençlik demiş, gelecek demiş, damarlarındaki kan demiş,

her seferinde başarının adresini kendi dışında alanlara çekmek istemiş.

İzin vermemişler O’na.

Türk toplumu bu gerçeğin en yakın şahididir.

Tek bir kişiye mâl edilen, bir kişinin üzerine yıkılan bir DEVRİM, fazla uzağa gidemez.

Mustafa Kemal bunun en güzel örneğidir.

Bir kişi, herkesi sırtlasın’la olmuyor işte.

Kur’an da bu yüzden

BİZİ güt demeyin BİZİ gözet deyin” dememiş miydi?

Bir faninin üzerine bırakınca kendini, kalıveriyorsun ortada.

Ben’lere değil BİZ’lere ihtiyacımız bu yüzden var.

Oronos ile Rheanın oğlu Zeus değil hiçbirimiz.

İnsanız ve 21.yüzyılda yaşıyoruz.

Birşey yapmak isteyenlerin teklik değil

birlik içinde olması gereken çağdayız.

Tarihe çok meraklı biri olmuşumdur hep.

Çocukluğumdan beri büyük adamları okumuşumdur.

Hayatıma damgasını vurmuş kitap babamın kitaplarından biridir:

Dünyanın çehresini değiştiren 12 Adam.

Kaç kere okuduğumu bilmem. Tekrar ve tekrar.

Bu adamların doğruları nelerdi ve nerede yanlış yaptılar…

Çok okudum, “lider” portrelerine oldum olası ilgili oldum.

Sayısız hayat hikayesini nefes almadan okuyup, kendimce dersler çıkardım.

Okumak falan da değil, hepsinin üzerinde çalışma şeklinde birer birer.

Neleri yapmasaydı, başlattığı hareket daha çok yol alırdı.

Düşün babam düşün.

Nedense, neye hazırlıksa artık…

Tarihin sayfaları üzerinde bitmek bilmeyen fikir egzersizleri…

Ben, tarihin hiçbir sayfasında

Mustafa Kemal gibi bir devrimci, öncü,

lider başka bir insan görmedim kardeşim.

En büyük eksikliği,

zamanının yedi-sekiz yüzyıl ilerisinde olması…

Buna eksik denirse tabi.

Neyse ki KADERİNİ, asker olarak yazmışlar.

Çok somut, çok gerçek bir alana yerleştirmişler.

Yoksa, filozof olurdu, halâ heyecanla okunan eserlerin sahibi olurdu,

ama bu kadar gerçek olamazdı.

KADER kitabının yazıcıları,

gerçek ve somut dünyanın ortasına yerleştirmişler onu.

Çok da iyi yapmışlar.

Diğer hiçbirinde olmayan birşey var onda.

Nedir nedir… Düşün babam düşün.

(Babam beni andı) Sonunda buldum o şeyi.

Napolyon, BEN Napolyon’um demiş.

Atatürk, hepimiz Mustafa Kemal’iz demiş.

Aradaki FARK burada işte.

Benlik duygusunun esiri olmamış,

BİZ olmanın yollarını aramış durmuş.

İnsanı bu denli allak bullak eden,

Gençliğe Hitabe gibi bir metni

başka hiçbir motivasyonla açıklayamazsın.

Ben işi değil o iş. BİZ işi.

BİZ olmak için yalvarmış sanki.

Nesiller üzerinden çoğalmak istemiş.

Genetik değil manevi bir evladı tercih etmesi de

sanıyorum bu yüzden.

Hazret-i Muhammed’e resmim çizilmeyecek benim dedirten şey her ne ise,

Mustafa Kemal’e geride biyolojik bir akraba bıraktırmayan şey de aynı.

KİŞİLER KATINDAN ÇEKİLMEK.

Arayın tarayın, bi akrabasını bulabiliyor musunuz bakalım.

Kişisel soyunu devam ettirmediği gibi, bütün izlerini de kaybettirmiş.

Olası bir Mustafa Kemal soyculuğuna müsade etmemiş, tedbirlerini fazlasıyla almış.

Hanedanlığa karşı duran adama yakışan da buydu.

Diğer tarihi portreler var ya.

Evet, Atatürk’te onlarda olmayan birşey var.

Sanıyorum onu FARKLI kılan,

aslında kendisinden ziyade insanların ona olan bakışı.

Küçükken bir Atatürk defterim vardı.

Gazetelerden kesip kesip onun resimlerini yapıştırırdım.

Şiirler yazardım.

Şimdi FARKETTİM ki o resimleri hiç unutmamışım.

Evet, Türk halkının ona olan bakışları bi değişik.

Meşhur birini görmüş bakışları da değil,

devlet büyüğü gelmiş heyecanı da değil.

Başka bişey.

Bir milletin kişisel GELİŞİM serüveni var

Atatürklü fotoğraflarda…

KENDİNİ AŞMA çabası var.

Olmadığını zannettiğin olanaklarını kullanmanın,

neleri başarabildiğini FARKETMENİN mutluluğu var.

Aptalların aptallığı yakıştırdığı bir halkın,

öğrenmeye olan düşkünlüğü var.

Genciyle yaşlısıyla aydınlanan RUHLAR var.

Bana sorarsanız baştan aşağı müteşabih bir laftır;

Atam izindeyiz…

1- Seni bir öncü bildim.

Ben de tıpkı senin gibi geleceğin devrimcisiyim.

diyebiliyorsan ne mutlu.

2- Ben kim sen kim.

Gerilerden gelen bir takipçinim ben sadece.

diyorsan da ne yazık…

Herkes bu iki anlamdan hangisini

kendisine daha yakın bulduğuna karar versin önce.

2 diyenler tribüne çıksın.

1 diyenlerle işimize bakalım BİZ de.

Resullük, nebilik…

Bunlar dinsel öncülük yapan kişilerle ilintili kavramlar.

Mustafa Kemal Paşa’ya bu tarz bir sıfat yakıştırmamız

pek doğru olmaz.

Fakat şunu rahatlıkla söyleyebiliriz;

Onda kesinlikle peygamber kumaşı var!

Evinizde kendiniz deneyin.

Tarihi portreleri yanyana koyun.

Mustafa Kemal titreşimlerinin benzerlerini

sadece peygamber profillerinden alabildiğinizi FARKEDECEKSİNİZ.

Gandi’ler, Churchill’ler kesmeyecek sizi.

Eliniz Filistinli İsa’lara,

Mekkeli Muhammed’lere gidecek.

Sakalı uzun dincilik, Haşa!

İslam peygamberiyle ortak ne özelliği varmış Atatürk’ün

derse onlara tek bir şey söylerim.

Kelime bile etmem onlara.

Rakam söylerim.

19 derim.

İslam’ın bir rakamı varsa, bu rakam 19’dur.

Ve bir insanın hayatında bir rakam

bu kadar çok yer ediniyorsa vardır onda bir iş.

19 Mayıs 1919 gibi veriler,

çok doğal geliyorsa hemen bir şey isteyelim onlardan.

Ayarlasınlar, denk getirsinler

hayatı 19’larla içiçe evlatlar sunsunlar BİZE.

Bakalım getirebiliyorlar mı…

Öncülük. Çağımızın anahtar kelimesi budur.

Dışı modern-içi demode yanımızın

bir türlü anlayamadığı kavram da budur.

BİZ’im aramızdaki, yazan ve okuyan arasındaki

akıl ilişkisini de bi türlü anlayamazlar bu arkadaşlar.

Tanrı’nın doğum günü – LEVH-İ MAHFUZ

düşüncesine katılırsan,

onun düşüneninin müridi olarak ilan eder seni.

Bi de felsefik felsefik ateist demez mi kendine.

Lan o zaman bütün fizikçiler de Einstein’ın müridi…

Senin mantığa göre.

Mantık kelimesini de lafın gelişi kullanıyorum tabi.

Bu işe çok kafa yormak lazım çok.

Öncülüğe.

Herşeyden önce Mustafa Kemal’i zihin dünyamızda

öncülük koltuğuna bi oturtabilsek, önümüz epey açılacak.

O zaman herşey farklı olmaya başlayacak.

Makam da değil mevki de değil Mustafa Kemal.

O sadece bir ZEKA biçimi. Şu gerçeği bi FARKETSEN analar daha ne Kemal’ler doğuracak.

Daha doğrusu anaların zaten doğurmuş oldukları, ansızın birer Kemal olacak.

O bir ÖNCÜDÜR ve O’na methiyeler düzdüğün anda Mustafa Kemal biter.

Zararsız görünen bu eylem, ÖNCÜ olanı sonlandırmaktır.

ÖNCÜ çoğalması gereken kişidir.

Onu, erişilmez konuma yerleştirmek Mustafa Kemal’e suikast düzenlemekten daha büyük suçtur. İzmir suikasti başarılı olsaydı Paşa’nın vizyonu bundan etkilenmez, yoluna bi şekilde, fenomenleşerek devam ederdi. Silahlı suikastlerin olur da vizyonlara düzenlenen suikastlerin telafisi olmaz. Silahla düzenlenenlerden misliyle daha tehlikelidir.

Yolunu kaybettirir sana.

Ve ne yazık ki BİZİM ülkemizde damlar,

ilerici Atatürk’e nişan almış KESKİN nişancılarla dolu.

Artık methiyelerle yetinmeyi bırakıp,

öğretmenimize yakışır öğrenciler olmalıyız herbirimiz.

Ne isabetli bir tohumdur “Gençliğe” hitabe.

Buraya dikkat. Gençlere değil, gençliğe…

Genci de yaşlısı da üstüne alır.

“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte,

bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen… “

dendi mi 7-70 ayaklanır herkes.

 

Davamızı düşünüyorum. Hayalimizi düşünüyorum. BİZE dayatılan düzeni düşünüyorum. O koca çarkı düşünüyorum. O çarkı nasıl tersine çevireceğimizi düşünüyorum. Ne zorlukların üstesinden gelip, neleri başaracağımızı düşünüyorum da…

 

Mustafa Kemal, LEVH-İ MAHFUZ ve Tanrı’nın doğum günü’nü biraraya getirince içimden yüksek sesle ACABA? diyorum.

Hayır hayır acaba demiyorum çünkü eminim.

Ata’nın Gençliğe hitabesi ile

“ayağa kalk” dediği kesim,

İNDİGO neslinden başkası değil.

 

BİZ’e sesleniyor o.

Ve mesajı alıyoruz BİZ.

Mesajı aldıkça alev alıyorum ben.

19 Mayıs ruhu…

Tanrı’nın doğum günü DEVRİMİ…

7/70 İNDİGO DEVRİMCİLERİMİZ…

Ve İstiklal barışı…

Sevgiyle”

” İşte böyle.
Kötülüğün,
karanlığın ortasında biri BİR IŞIK yakar,
100 yıl da geçse,
7 düvel BİR araya da gelse
söndüremez onu BİR daha.
İyilik alev almıştır BİR kere.
İyiler alevi bir almayadursun,
SEN işte asıl o gün SEYREYLE DÜNYAYI.
İyilerin yüzünde gülücükler açtıranlara
BİR kere daha, milyon kere daha
SeLaM olsun.
Mayısların 19’u kutlu OL-sun.”

BuRAK özDEMİR

www.tanrinindogumgunu.com

.

1lord

.

1devrimduy

.

Comments are closed.