Hasta yatağında bir Tanrı’nın doğum günü hikayesi

 

Hasta yatağında bir Tanrı’nın doğum günü hikayesi…

“Hiç kaşındınız mı?
Öyle sinek ısırığından falan bahsetmiyorum.
Histeri halinde hırş hırş hırş bir kaşınma bu.
Öyle ki yolasınız, yırtasınız,
kazıyasınız gelir neresi kaşınıyorsa.
Hayır tahmin ettiğiniz gibi
bir pirelenme hikayesi olmayacak bu.
Pire olması için dua ettiğimiz
ama pire olmayan gerçek bir hikaye…

Bundan yaklaşık 4 yıl öncesi deli gibi çalıştığım,
kendimi unuttuğum dönemler…
İş kalabalık,ev kalabalık,hayat kalabalık….
Tuttu beni bir kaşıntı ama nasıl,
yaşamayanın anlayacağı türden değil.
Bütün gün kar kar kar kaşınıyorum.
Gündüz sahneye çıkıyorum,
öğlen kuliste kaşınıyorum,
akşam evde keseleniyorum,
gece yatarken kaşınıyorum.
Ne yapsam ne sürsem fayda etmiyor,
Allahım deliricem….

Tabii ki sülalece ordan burdan duyulan
tüm şamanik otacı ilaçlar deneniyor,
Hiçbirşey yok…
Aynı tas aynı hamam sevgili izleyiciler kırt kırt kırt…
Ben bu kaşıntılı halimle barıştıktan yaklaşık 2 ay sonra
sağ ayağım çarpıyor gözüme.
Minik bir pembelik.
Minnacık miniminnacık,
hatta şirin bile sayılabilir.
Bir başak burcu hassasiyeti ile yaklaşıyorum olaya,
bir elime büyüteç alıp bakmadığım kalıyor.
Kesin kanaate varıyorum.
Çarpmışım berelenmiş….
Kesin kanaatlerim ve ben sonra
kafayı duvarlara vuruyoruz ama….

Yaklaşık bir ay öyle_böyle geçiyor.
Pembelik kırmızıya dönüşüyor.
Olayı şişmanlığa bağlıyorum hemen,
kolay geçmez tabii geniş arazi geyikleri yapıyorum evde.
Geyiklerim de pişman oluyor sonra…

Zamanla kırmızılık mosmor bir hal alıyor.
Panikliyorum ama çaktırmıyorum.
Yakın zamanda dedemi kaybetmişim cilt kanserinden… Kondurmamaya çalışsam da
bir paranoyaklık sarıyor bünyeyi…
Soluğu Öğretmen hastanesinde alıyoruz annem ve ben.
Kolay, sıra beklemeden şak diye
çıkıyoruz dermatoloğun karşısına.
Kocaman bir ışıklı aletle bakıyor amca.
Amca egzama diyor.
5 kişiden 1 inde görülür.
Alın şu şu merhemleri sürün.
İçim rahatlıyor kuş gibi çıkıyoruz hastaneden.
Annemin de bana çaktırmadan
aynı endişelerde olduğunu o an anlıyorum.

_İnkar_
O hastane, bu hastane şu hastane,
salak sulak bilinmez uydurma tedaviler…
Yok egzamaymış, yok dermatitmiş…
Bir sürü ilaç, bir sürü savunma sistemi çökertgeçi…
Bir çaresizlik hali…
Bir gece ağrı var normal,
yanma var normal…
Sabah bir uyanıyorum ki
üç senelik garip dostlarımla tanışıyorum.
Açık yaralar…
Bir gecede açılan ve pek sevdiğim kendimi,
alien yavrusuna çeviren bir garip haller.
Şok hali…
Artık kanser olduğuma emin oluyorum…
Anlayamadığım bu kadar gelişmiş teknoloji ile
hiçbir hastanenin buna teşhis koyamaması.
Her şey gibi acıya da alışıyor bünye.
Nasıl ve ne çarelerle alıştığını
hiç anlamıyorum ama alışıyor.
İnsan vücudu girdiği hali anında benimsiyor.
Yaralar gece be gece büyüyor,
ne yapsak ne etsek bilemiyorum.
O kadar çaresizim ki…
Bir doktor bununla biz baş edemeyiz diyor ki
içlerinde ilk kez biri doğruyu söylüyor,
“İzmire gidin”, diyor
orada bir üniversite hastanesi tavsiye ediyor.
Hemen İzmir’e gidiyoruz.

_İşkence_
İzmir’de hastanelerde
acil dermatoloji girişi olmadığı için bizi bekletiyorlar.
Birinin “inanmıyorsanız gelin bakın,
daha ne kadar acil olabilir” diye bağırdığını hatırlıyorum.
Galiba annem.
O kadar uzaktan geliyor ki sesi…
Bir anda kendimi 10 tane doktorun
garip bakışları altında buluyorum.
Bir uzaylı incelermiş gibi bakıyorlar.
Bilmediğim kelimeler havada uçuyor.
Evet bir şeyim var ama ne olduğunu bilmiyorum.
Bilmeyince daha çok korkar insan.
Dibine kadar korkudayım.
Korku…
Hemen yatırıyorlar beni hastaneye.
Bembeyaz çarşaflar.
O kadar unutmuşum ki beyaz çarşafı ben.
Yaralarım aktığı için
hergün değişen lacivert çarşaflarım vardı.
Bembeyaz çarşaflar kirlenecek diyorum içimden…
Yazık diyorum…
İnsanın kendine bakıp
kusma isteği duyması bu olsa gerek.
Kendimden tiksiniyorum.
Musluktan sızan su gibi akıyor ayağım…
Damla damla ruhumu bırakıyorum
akan irinle bembeyaz çarşaflara…

Patoloji alınıyor.
Bekliyoruz.
Bekleme sürecinde hiçbirşey yapılamaz.
Bekliyoruz…
Nihayet bir zaman sonra geliyor sonuç:
“Bx:Necrobiosis Lipoidica” Yazıyor.
Ne ki şimdi bu? Geçici mi?
Kalıcı mı? Ölüyo muyum?
Nedir?

Ölmüyorsun ama sürünüyorsun.
Kalıcı tabir bu.
Yedi milyonda bir görülen
neden olduğu bilinmeyen,
nasıl geçtiği bulunamamış bir hastalık.
Tedavisi bulunamayan…
En nadir şekli de yaralar şeklinde görülmesi.
Bir gecede yaraya bulanıyorsunuz.
İki senede geçmiyor.
Böyle bir şey…

Ertesi gün vizit yapıyor hocalar.
Tedavi şeklim anlatılıyor.
Pansuman iyi güzel.
Lazer tedavisi süper.
Geçecek yani.
Kalbimden bir milyon kuş havalanıyor.
İyileşeceğim.
Kolaymış diyorum.
Bir pansumanın ne kadar acı verici olacağını
bilmiyordum Henüz…

Hemen oynaya zıplaya pansuman odasına gidiyorum.
İki doktor var.
İki kişiye ne gerek var ki altı üstü pansuman.
Biri neşter çıkarıyor.
Onlar bisturi diyorlar.
Çeşit çeşit sargı bezi pamuk bıçak
ürkütücü ne varsa her şey seriliyor
ve tabi ki küratör.
Doktor küretaj yapıcaz korkma diyor.
Ne alaka ne kürtajı diyorum hiçbirşey anlamıyorum…
Küretajın manasının kazıma oldugunu
ve sırf kürtaj için kullanılmadığını bilmiyorum…
Henüz…

Yat diyorlar.
Küfür edebilirsin, şarkı söyleyebilirsin,
duvarı yumruklayabilirsin, bağırabilirsin…
İyi de niye?????

Yat diyorlar yatıyorum.
Derken Bedenimden ruhuma bir bıçak giriyor.
Kesmeye başlıyorlar beni.
Canlı canlı uyuşturmadan.
Nasıl bir ses çıktıysa benden
annem fırlıyor kapıdan içeri
“napıyosunuz kızıma “diye.
Böyle geçecek ancak diyorlar.
Annemi yukarı kantine çıkarıyorlar galiba.
Güçlükle anımsıyorum.
Serviste herkes kapısını kapatmış o sesleri duymamak için. Sonradan öğreniyorum.
Kıtır kıtır kıtır kesiyorlar beni.

ALLAHIM BU ACIYI HAKEDECEK NE YAPTIM BEN?
NE YAPTIM?

Bitecek, şimdi bitecek az kaldı diyerek
avutuyorum ama bitecek gibi değil.
Epidermisi yok edip
altından yeni doku gelmesini bekleyecekmişiz.
Söylerken ne cici.
Ne kadar kolay.
Epidermis.
Küfür dağarcığımın gelişmesi
pansuman günlerime rastlar…

İzmir bana kabusu hatırlatır hep bu yüzden.
İşimi kaybettim.
Sahnemi kaybettim.
Saçlarımın hatırı sayılır bir kısmını kaybettim.
Bacaklarım bir uzaylı yavrusuna benziyordu.
Beyazlığımı kaybettim.
Arkadaşım olduğunu sandıklarımı…
En önemlisi Allaha güvenimi…
Yukarıya küstüm.
İnacım olmasına rağmen tavır aldım.
Ölümlü bir insana bu kadar acı çektirilmesi
adaletsiz buluyordum.
Hani o hassas terazi.?
Bana sadece terazinin topu düşmüştü,
onla idare ediyordum.

_Sabır külliyatı_
Pansuman zamanları haricinde mutluydum aslında.
Mutlu olmaya çalışıyordum beni kesmedikleri sürece.
Zamanla hastanede bir eküri kurdum.
Yaş ortalaması 50 civarı
Lazere girdiğimde vıngırdayan yeni çıkan hücrelerime
bir arkadaş grubum vardı
bakıp isim takıyordum,
halay çektiklerini falan düşünüyordum.
Ruhum hariç her şey yolunda gözüküyordu.
İki ay boyunca beni kesmelerine izin verdikten sonra
bir devrim yaptım.

_Neden bana acı çektirmelerine izin veriyordum ki?_
Bir pansuman sırasında
Dr a bırakın dedim ben yapacağım.
Acı çekeceksem ben çektireceğim.
Kendi kendimi ben KESECEĞİM!
İnsanın kendi kendine zarar vermesi duygusunu
dibinin dibine kadar yaşadım.
Teoride zarar değildi tabii ama
dışardan fena halde öyle gözüküyordu.
Dr ların dediğine göre
kimse denememiş daha önce böyle bir şeyi.
Sepetlediler beni ve ben de hayır demedim
çok sıkılmıştım çünkü.
Taktik basitti.
Kendimi kese kese iyileşecektim,
öyleyse bunu evde yapabilirdim.
O günden bu yaza kadar kendi kendime yapılacak
her müdahaleyi kendim yaptım.
Günde 4 iğne, serumla yıkanma, pansuman,
kesme biçme, aklınıza ne geliyorsa.

Kendi kendime zulmetme lüksü bendeydi
ve sadece bende olacaktı!
Her şey gibi buna da alışmıştım.
Yüzyıllardır denize giremiyordum,
Kişisel temizliğimin ayak kısmı sadece
ıslak hijeynik mendilden ibaretti,
kendime böyle acaip bir yaşam kurmuştum.
Rollpor ları bilen bilir (Yapışkanlı streil bez).
Bir seferde 20 rollporla ayağım sarıyordum.
Dolayısıyla dışarı akma olayını çözmüştüm.
Hayatıma kaldığı yerden devam ettim.
Eve en sık aldığınız şey sizin domates ise
benim rollpor du ve tabii ki bedava değildiler.
Maddi olarak ailemi bitirmiştim…
Tekrar çalışmaya başladım.
Çok yoğun bir tiyatro sezonu geçirdim geçen sene.
Üstüne yetmedi bir de film çektik.
Bu halimle bunları yaptığıma hala inanamıyorum.
Alışma olayını abarttığımı kabul ediyorum…
ama para kazanmam gerekiyordu
ve işimi çok özlemiştim.

Ufak ufak ağrılarım oluyordu,
her zamanki gibi ciddiye almıyordum.
Geçer geçer geçer…
Zamala hergün apranax içer olmuştum.
Evde en sık kullanılan olmaya başlamıştı apranax.
Bitince panik oluyordum.
Eve gelen herkes alışmıştı.
Koltugunun altına ekmek alır gibi
apranax almaya başladılar gelirken…
Sonra günde 2 ye çıktım…
Sonra 4 e…
Uyanıp ilaç içmekten
ve sonra tekrar uyumaya dönmüştü hayatım.
Uyanıkken ağrılar dayanılmazdı çünkü.
Banyo yapamamaya başladım.
Oturduğum yerde çürüyordum.
Ağlıyor uyuyor ağlıyor uyuyordum…
Birgün yine kişisel bir devrim yapıp
banyo yapmaya karar verdim.
Banyoya girdim ve suyu açmamla
küvete çökmem bir oldu.
Su sanki asitti ve değdiği heryeri yakıyordu.
Bayılmaya bir adım kalmıştı
ve şükürler olsun annem evdeydi.
Çığlığıma koşmuş ve beni banyodan yatağa götürebilmişti.
Hemen yaraları kapatmalıydım
yoksa acıyorlardı havayla temas ettikleri zaman.
Daha nasıl acıyacaklarını
bunun bir üst kademesini bilmiyordum…
Henüz………..

Pansuman için elimi ayağıma götürmemle
musluk açmışım gibi ayağımın yarısı yere aktı.
Bunu görmeyenler için fantastik geliyordur muhtemelen
ama bunlar birebir yaşandı.
Ayağımın içi havuz gibi boşaldı yere.
O an sanki bir patlama bir gına hali…
O an dedim ki böyle bir acı olamaz…
O an dedim ki ANNE,ÖLÜYORUM…………
Halbuki ölmek kolaydı.
Zor olan yaşamaktı…..
O an ölmeyi diledim.
İyileşmek ölümden bile uzakta duruyordu.
Böyle yaşayamayacağım dedim.
Ölmeliyim…..
Bu acının sonundaki tek huzur ölüm gibi duruyordu
ve gitgide yaklaşan bir şeçenekti….
Bana bunu yaşatan herkimse herneyse
neticesini de göstermeli
ve huzurla ölmeme izin vermeliydi!

Annem dedi ki
”Korkma kızım melekler seninle.
Tanrı seninle”
NEREDE dedim.
TANRININ MELEKLERİ NEREDE???
NERDE ANNE,
NEDEN BENİ BIRAKTI???
Tüm gücümle bağırıyordum
sinir krizi gibi ruhsal bir krizdi.
Yukarıya tüm sitemimi tüm tavrımı kusup
ağladım, ağladım, ağladım…
O an şalterleri indiren bir an oldu.

O an yukarda olsaydım
meleklerin de ağladığını görebilirdim sanırım.

Sinirsel ve ruhsal depreşmelerimin geçmesi için
ilaç almaya başladım.
İntihar etmeme izin verilmiyordu.
Her seferinde tuhaf bir şey çıkıyordu
ve erteliyordum düşünceyi.
Madem ölmeyecektim,
izin vermiyorlardı o halde beni düzeltmek zorundalardı.
Dear God fix me ve no pain no gain zikri yapıyordum.
10 cümlemden biri bunlardı.

_Döngü_
Yaklaşık bir hafta Türkiyedeki bütün hastanelerle (özel_üniverste_klinik) yazıştık, telefonlaştık.
Hepsi söz birliği etmişçesine aynı şeyi söyledi.
Biz sizi tedavi edemeyiz, üzgünüz!
Türkiyede sizi tedavi edecek olanak yok.
vsvsvs

Tam umutlarımın tükendiği an bir doktor ismi aldık.
Dünyaca ünlü bir dermataolgun asistanlığından
profluğa yükselmiş,
iyileştiremediği yokmuş miş muş muş.
Artık kimseye hiçbirşeye inancım kalmamıştı.
İnternetten sitesine girdim bulunduğu hastanenin.
Sıfatına baktım.
Dedim ki bu mu beni düzeltecek haydi canımmmmm.
Yamamoto yerlisi kılıkı bir resmi vardı ve tırsmıştım.
Ne yazık başka çarem yoktu.
Bin çeşit torpille
randevu listesine ertesi güne yer bulduk.

Şişli saat 6:30
Ertesi gün şişlide muayenehanedeydik…
Bekleyin Cem hoca sizi içeri alacak birazdan.
Zorlukla odasına kadar yürüdük.
AÇ dedi açtım bacağımı.
Siz dedim Cem bey siz benim son şansımsınız…
Baktı baktı…
Bana bir milyon yıl kadar uzun gelen bir süre sonra
“HALLEDERİZ GENÇ KIZSIN BİŞEYİN KALMAZ” dedi.

O an yaşadığımı Dünyaya ait hiçbir kelime ifade edemez.
Kapıdan denizaltı girse umurumda diildi.
Hallederiz demişti boru mu koskoca Proftu adam.
Hallederiz diyodu.
Halledicekti.
Beni düzelticekti.
Geri kalan hiçbirşey umurumda dildi.
Şişli sokaklarında topallayarak seken
ve mutluluktan ağlayan o manyaklar bizdik evet.
Annemle ben….
Hakkımızda ne düşündükleri umurumuzda diildi.
Geçecekti.
Galiba yukarıya yaptığım sitemler etkili olmuştu…

Ertesi gün Cerrahpaşadaydık.
Yatacaktım yine.
Dermatoloji servisine girdik.
Yatacağım odaya geldik 103.
Hayatımda bu kadar kasvetli biryer görmemiştim.
Girmemle çıkmam bir oldu.
Burda kalamam dedim.
Sanki başka şansım varmış gibi.
Döndüm dolaştım.
Kafama vura vura 10 adıma 10 adım
iki kişilik çilehaneme girdim.

_103_
103 numara benim kişisel mağaramdı,
tabii bunu sonra anladım.
Tek farkı biriyle paylaşıyor olmamdı.
Bu sefer her işin çakalı olmuştum.
Prosedür konusunda zorlanmadım.
Lakin kimseyi tanımıyordum
ve akşamları kapıyı üzerimizden kilitliyorlardı.
İlk defa bir hastanede böyle bir uygulama gördüm
ve sinirimden çatladım.
Her gece kilitlenmek kabus gibiydi.
Gibi ne ki düpedüz kabustu.
Özgürlük konusunda 6 yaşında tek başında uçağa bindirilen
ve İzmir’e yollanan biri için
kilitlenmekten öte bir kabus olamazdı…
İkinci gün vizitte açıklama için Dr lar toplanmıştı.
Alışkın olduğum bir manzara.
Ne anlatacaklarını bekliyordum.
Beni nasıl iyileştirebilecekleri hakkında
en ufak fikrim yoktu ama şunu biliyordum
HAYIRLI BİR HAYALLERİ VARDI….
Aynı benim gibi…..

Islak pansuman, permasol ve ışın tedavisi…
Pansumanın her türlüsüne alışkındım korkmadım.
Işın tedavisi…
işte bu ürkütücüydü….
Pansumancı geldi elinde bir kova.
Destur bismillah bu ne şimdi?
İçinde mor bi sıvı.
Güzel kokuyordu.
Batır dedi ayağını.
Batırmamla magmaya kadar inip geldiğimi hatırlıyorum.
Böyle bir acının, böyle bir ızdırabın tarifi olamaz.
Çığlıklarım karşıdaki ameliyathaneden duyuluyordu.
İlk 5 gün hayatımın net en kötü günleriydi
çünkü kovadaki şey sıcaktı
ve ben havayla bile temas ettiremezken
sıcak suya sokuyordum ayağımı…

Serviste hemşireleri konusurken kulak kabartmıstım.
Pansumancı söyledi parça parçaymış,
çok kötüymüş, kokuyomus diyorlardı.
Kim demiştim saf saf.
Ölü görmüş gibi olmuşlardı.
Benmişim konustukları…

Yaklasık herseyı toplasan 2 saat süren bir pansumandı.
Kendime gelmem ise 5 saati buluyordu.
Yemekler berbattı.
İnsanları tanımıyordum.
En yakın muhabbetim pansumancı Hüseyinleydi…

Dermataolji servisleri tuhaftır.
Ufacık sivilcesini dert edinip yatan da olur kanser olan da…
Ortası yok gibidir.
Kendi hastalıgımın evrenin en korkunc hastalıgı olduguna
o kadar emindim ki çıkıp dolaşmamıştım bile…

Yanımda manyak bi hatun yatıyodu.
Sivilcelerinden yattığı için
benim varlığım onu dehşete sürüklüyordu.
Oldukça kapalı bi hatundu.
Bir gün dedim ki abla yanıyorum,
daha bu ne ki cehennemde yanacaksın demişti.

O an kayışı kopardım ben zaten…
Bu insanlarla konuşulmazdı ve konuşulmamalıydı da…
Birgün başhemşireye şöyle dedi.
Bu kızdan rahatsız oluyorum kokuyor…
Hayatımda daha nasıl ve ne kadar
utanabileceğimi bilmiyorum.
Hijyen konusunda titiz bir başak burcu insanının
daha kötü ne duyacağını bilemiyorum.
Yapacak bir şeyim yoktu ki.
YARA BU VE KOKUYORDU….
Elimden gelse…
Gelmiyordu ve bu lafı yemiştim
ama hala daha yarım şişe parfümle geziyorum…
Koku takıntım oldu orada….

Kendimi kitaplara mecmualara vermiştim.
İki günde tuğla kadar kitaplar bitiriyordum.
İçimdeki acıyı unutmanın tek yolu
yoksaymak ve okumaktı.
Sürekli okuyordum.
Herkes alışmıştı bu vaziyete.
Bir akşam aktüel i aldım elime.
Sersem sersem karıştırıyordum.
Sayfayı çevirdim ve o sırada
Allah da bana bir sayfa çevirmişti….
O sargılı mumya halimle nasıl zıpladım,
nasıl telefonu elime aldım
nasıl annemden kitabı istedim bilmiyorum.
İşin tuhaf kısmı daha bir cümlesini okumadan
ve resmine dahi bakmadan bunu yapmıştım.
O gün 150 kere annemi aradım
aldın mı aldın mı aldın aldın mı aldın mı?????

_Hediye kitabı_
Ertesi sabah şafak söktükten sonra annem geldi.
Elinde bir hediye kitabı….
Bu benim hediyemdi.
Benim kitabımdı.
Benim Doğum günümdü.
Tanrı’nın doğum Günüydü!

Soluksuz okuyordum.
Dona Tanrım ın oturum açtığı sayfada ise dedim ki,
Sonunda…
Sonunda Tanrı ve mekeleri bana da geldi
Sesimi duydular….

O günden sonra Dr ların iyileşmem için biçtiği
en az 6 aylık dönem gözlerimden uçtu gitti.
İyieşeceğimi ayağa kalkacağımı biliyordum.
Tanrı gelmişti. Tanrı söylemişti….

İnsanüstü bir biçimde
acıyı içime işletmemeyi başarmaya başladım.
Acı yüzeysel düzlemde kalıyordu,
ben uçuyordum…
Yerlilerin kendilerine nasıl şiş soktugunu
anlamaya başlamıştım.
Tefekkür acıyı saymıyordu, kabul etmiyodu.

Allahın olduğu düzlemde acı yoktu….
Herkesin mucize olarak nitelendirdiği iyileşme sürecim
aslında ruhumun iyileştiği mucizeydi.

63 gün…
6+3=9
63 gün sürdü tedavi.
Drlar inanamıyordu.
Tamam iyileşirsin dedik ama…
bu kadar hızlı…
Tıbben imkansız…
Umurumda değildi.
İmkansız diye bir şey yoktu ki.

Bir ayın sonunda ev izni verdiler bana.
Kitabın sitesine girdim.
Yazara ne yazsam diye düşündüm.
Acıtmanın manası yoktu.
Coşkumu anlatmalıydım ama nasıl.
Kısa sayılacak bir mail attım…
Ertesi hafta kendimi gördüm….
siteyi okudum ve dedim ki bu insanlarla tanışmalıyım…..

10 dakika geçmeden msn listemde
onlardan biriyle konusuyordum.
Ertesi hafta onlardan biriyle yemek yiyordum….
Ertesi hafta şüphesiz iman ediyordum……

63 gün sonunda hastaneden çıktım..
Ertesi gün 4.fazı gördüm
09.08.07 de….
Ertesi gün Miraç kandiliydi
Miraç kandilinde
herkesin kendi Miracına çıkmaya çalıştığını anladım.

Herkes için şüphesiz kitabın bir anlamı var.
ÖZEL bir anlamı.
Herkesi iç sesiyle buluşturan,
herkesi tamamlayan…
Benim için Tanrının doğum Günü
ve buRAK özDEMİR hayattır.
Aldığım nefesin ANLAMA KAVUŞMASIDIR.
Bu iyileştiğim için şükran değil,
Tanrının hala yanımda olduğunu bilme sevgisidir.
Bu hücrelerime kadar hissettiğim
Allaha inanma değil,
Allah sevgisidir.
Allaha inanıyorum demek bile
ardında bir düalite barındırır.
İnanmama seçeneğini hep arka tarafta saklı tutmaktır

Şimdi anlıyorum ki ;
Tanrı hep oradaydı göremeyen bendim.
Teslimiyette değildim.
Tanrıya inanıyordum ama GÜVENMİYORDUM.
Tanrıya saygı duyuyordum ama SEVMİYORDUM.
Taşıyordum ama OKUMUYORDUM.
İmanlıydım ama KORKUYORDUM.

Teşekkür etmek, şükran duymak,
minnettar olmak başta Allaha,
Levh-i mahfuz’a ve buRAK a hissettiklerim yanında
gazozun içindeki kabarcık gibi kalır
ve gazozun tümünün tarifi çok zordur…
İşte asıl bunun kelimelerle tarifi olmaz…
İnsan her şeyi yazarak anlatabilir ama
bu noktada aciz kalır.

_Son nokta_
Tanrıyı hissetmiyorsanız
bu Tanrının orda olmamasından değildir.
Gözlerimizle baktığımızdandır.
Oysa ki gözler göremez,
Ruhuyla bakmalı insan!….”

www.tanrinindogumgunu.com

Ve bu yazıya buRAK özDEMİRİ’in sitesinden
bir alıntı daha…
http://www.burakozdemir.org/tanrinin-dogum-gunu/tanrinin-dogum-gunlugu/hasta-yatanda-tanrnn-doum-gn/

“O yazıdan sonra muazzam geri dönüşler oldu. Türkiyemizin bir dolu iline benim üzerimden kendisini davet etti okuyucu ailemiz. Tiyatrolarını davet edeni iletebildim bi tek sanıyorum. Asıl söyleyeceğim şey başka. Bu konuda bir sürprizim var size : ) Söylesem miii söylemesem miii 🙂 Hadi sevdim sizi söylüyorum. Maddeler halinde:

1- O yazı bugün yazılmadı. O yazı, 1.5 sene önce yazıldı.

2- Hikayesini biliyordum, yazmasını ben rica ettim. Fakat 1.5 yıl yayınlamadım, beklettim.

2.5- Bu konuda bi gün bile sitem ettiğini de duymadım bu da ayrı bir konu.

3- Peki ben bu muhteşem biyografiyi neden beklettim, manyak mıyım neyim : ) Şunu düşündüm. O gün yayınlasaydım, hüzün ağır basacaktı. Çünkü bu muhteşem kişisel devrim hikayesi henüz tatlıya bağlanmamıştı, sancılar devam ediyordu. Hikayenin mutlu sonla biteceği günü bekledim efendim (bende de az sabır yokmuş şimdi farkettim : ) Ve en önemlisi. O gün yayınlasaydım, aşağıdaki güzel haberleri veremeyecektim.

– Yazının sahibi şu an dünyanın en mutlu insanlarından biri.

– İşine kavuştu. Duyduğuma göre R. İvedik 2′de rol almış.

– Deli gibi sevdiği bir evde oturuyor.

– Daha önemlisi: şu an körtük aşık. Hani sevgilerimizi ilet deniyo ya, bulabilirsen gel sen ilet.

Bulutların üzerinde kendisi : )

Sanıyorum hepimiz asıl mesajı aldık. O gün, o kadar zorlu, o kadar karanlık günlerden, böyle güzel günlere gelinebiliyorsa… Bu hikayede dert sahipleri için saklı, çok önemli bir mektup olmalı.
Sevgiyle”

buRAK özDEMİR

 

Bir cevap yazın