İçimizdeki ÇOCUK, gerçekte saf enerjidir

.

.

İçimizdeki ÇOCUK, gerçekte saf enerjidir

 .

Batıl İnançlarımızdan oluşan duygusal yüklerimiz

çocukluğumuzdan beri bizimle olduğundan,

bizler çoğu zaman onları hissetmeyiz.

Ancak bu duyguların özündeki baskıya olan

karşı koyuşumuz kendi içimizde bir sürtünmeye,

çatışmaya hatta bu sürtünmeler de yaşam deneyimlerimiz

farklı yönlerinde KIZGINLIĞA ve de NEFRETE sebep olur.

Böylece bizler bu iç dünyamızdaki

batıl inançlarımızdan dolayı oluşan

kızgınlığımızın yansımalarını YARATIP yaşamımıza yerleştirir

ve yaşam deneyimlerimizi CEHENNEME çeviririz.

Levh-i Mahfuz bilinciyle bu durumu gözlemlediğimizde,

anlıyoruz ki, özümüze dönmeye olan direncimiz

bu cehennem ateşini körüklemektedir.

Çünkü VAROLMAK yerine kabullendiğimiz

dayatmalarla oluşturduğumuz BEN/EGO ile

yapmacık davranışlar içinde kendimizi daha rahat hissederiz.

İç dünyamızdaki ısımızın neden olduğu

ya da batıl inanç farkındalığı ile algılayamadığımız

ve anlam veremediğimiz için aslında cehennem ateşinde

yanmanın ne olduğunu da algılayamayız.

Bu batıl inançlarımızın duygusal yükler olarak

hissedilen yönünü ancak KORKU, ÖFKE

ve ACI sözcükleriyle tarif edebiliriz.

Farkına vardınız mı, korku, öfke ve acı

bu duygusal yüklere olan direncimizden kaynaklanan

bu cehennem ateşine getirdiğimiz zihinsel açıklamadır.

Hepimizin, özgün hareketlerimizden caydırıldığımızda

deneyip test ederek oluşturduğumuz

hareket bütünlüğü olan davranışlarımız vardır.

İçimizdeki ÇOCUK, gerçekte saf enerjidir.

Kendiliğinden neşeli ve yaratıcı olan o ÇOCUK,

hareket halindeki saf enerjidir.

Bu çocuk yetişkinlerin dünyasına uyumlanmak için,

bizim zaman içinde YAŞAMAK olarak adlandırdığımız

anne-babadan başlamak üzere

çevresindeki tüm yetişkinlerin davranış ve sözcüklerinden

ayıklama yapma ve onlarla ters düşmemek için de

dayatmaları genelde kabullenerek kendi yaşamına uygular.

 Dolayısıyla, çocukluğumuzda sergilediğimiz

kendimize ÖZGÜN davranışlarımızdan caydırılıp

onların yerine dayatma ve baskılarla oluşturulmuş

gerçekte BATIL olan davranışlar konur.

Tüm bu olan bitenler bizlerin yetişkinlerin dünyalarında

kabul görmemiz ve dışlanmamamız için gerçekleşir.

Bu şekilde İÇİMİZDEKİ ÇOCUK gerçekliği,

yetişkinlerin yapmacık davranışlarıyla,

egolarıyla yer değiştirir.

İlk EGO bilinci genellikle anne ve babamızın

“dur” “hayır” “olmaz” sözcüklerinin kullanılmasıyla gerçekleşir.

Ancak burada göz ardı edilen nokta,

duygu ve hislerimizin zorlama bir disiplin ile

hiçbir zaman bastırılamayacağıdır.

Bu duygu ve hisler başka başka şekillere dönüşürler.

Bizler bu dönüşümün sonucunda yaşamımıza yeni

ve hiç deneyimlenmemiş DRAMLAR yerleştiririz.

Artık yaşadığımız bu dramlar bizleri yetişkinlerin dünyasına

 girmemizde başarılıdır ancak bizler kendimize özgün

 davranışlarımızı sergileyememekten dolayı iç dünyamız

bir başka karmaşık davranışları tetikler

ve bu karışıklıklar dış dünyamıza DİKKAT ÇEKMEK

ya da KABUL EDİLMEK gibi kaygılarla dolu

hareketler olarak yansıyacaktır.

Kendimizi bu şekilde yansıttığımda ise,

başkalarının bizi kendimizin yerine

kabul etmesi arayışını getirecektir.

Artık ümitsizce toplumun bizi kabul etmesine uğraşırız.

İnanın toplum içinde yaşanılan dramların çıkış noktası budur.

 KENDİN OLAMAMAK.

Başkası gibi yapmacık davranmak.

Arzu edilen ilgi ve kabulü göremeyince

oluşan duygusal yüklerin oluşturduğu rahatsızlık

bizleri bir başkasının bizim yerimize bu rahatsızlığı geçireceğine

ve yok edeceğine inanmamızı sağlar ki,

çoğunlukla sonuç ne kadar rahatsız edici

ya da tatsız olursa olsun görülen en ufak bir İLGİ bile

hiç ilgi görmememizden çok daha iyi olacaktır.

Artık olumsuz davranışları da

yaşamımıza farkında olmadan yerleştiririz.

Gerçekte ilgi ve toplum içinde kabullenme arzusu

olumlu ve yaratıcı bir şekilde yönlendirilebilir.

Ancak özgün olmak ilk başta KENDİ KENDİMİZE

başkalarından edinmeye çalıştığımız koşulsuz ilgi ve sevgiyi

 kendimize bir aynanın önünde göstermemizi gerektirir.

Bunun için bir AYNA ve bir dizi cümleye gereksinim vardır.

 

“Özür dilerim”, “Beni affet”,

“Her şey için Teşekkür ederim”,

“Seni seviyorum”

“Sevildiğimi biliyor, ben de seni SEVİYORUM”

.

Levh-i Mahfuz‘dan bir alıntı ile farkındalığınızı arttıralım.

“DONA;

İNSAN, kumsalda kumdan kaleler yapan çocuktur. Yaz tatilinde o kaleleri inşa ederken aslında okul hayatı devam ediyordur. Çocuklar kalelerden çok şey öğrenir. Bu sırada üstü başı elbette kirlenecektir. Günah, TEKAMÜL kumsalındaki çocuğun üzerine bulaşan kumdur. Tevbe de çocuğun eve dönmeden önce plajda aldığı duştur.”

Güzel Kur-an’ın Furkan Suresi 70. Ayet.

“Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulunup davranan başka; işte onların günahlarını Allah iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”

.

www.izmirliahmetkaya.com

.

.

Bir cevap yazın