Levh-i Mahfuz – Loi El-Messiah buRAK özDEMİR

.

.

.

Levh-i Mahfuz hakkında aydınlatıcı bilgiler…

http://dogumgunu.com.tr/

buRAK özDEMİR

1974 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdi. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Endüstriyel Ürün Tasarımı bölümünde yüksek lisans eğitimi gördü. 23 yaşında fotokopileri çeken asistan çocuk olarak adımını attığı pazarlama iletişimi sektöründe, birkaç yıl içinde yönetim kademesine yükseldi ve ardından tam da hayal ettiği gibi, İstanbul Beyoğlu’nda kendi ajansını kurdu. ‘Hizmet vermek mi kitap yazmak mı?’ ikilemini, uzunca bir süre ‘ikisi birden’ olarak sürdürdükten sonra, 2004 yılında sadece yazarlığı seçti. Tanrının doğum günü 2006 yılında, ev ve ofisin kapatıldığı, hayatın tepeden tırnağa sıfırlandığı, anane evindeki küçük odaya geri dönüldüğü süreçte ortaya çıktı.
özDEMİR’in, Tanrı’nın doğum günü’nden önce yazılmış üç adet kitabı var. Yıl 2102 (2002, Remzi Kitabevi), Türklerim DDO (2006, Remzi Kitabevi) ve Elhamdülillah Hayvanım (Yayınlanışı 2008, Doğumgünü Kitapçısı). Tanrı’nın doğum günü Kişisel Devrim Kartları, okuyucularıyla 2008 yılında buluştu. İndigo Mehdi, Tanrı’nın doğum günü’nden 3 yıl sonra kaleme alındı.

Levh-i Mahfuz ‘Künye’

Bu kitabın düşünsel hazırlıkları, kaleme alınması, yayına hazırlanması, editörlüğü, yazım denetim ve düzeltimleri, sayfa düzeni, iç tasarımı, dış tasarımı, web sitelerinin tasarımı, web sitelerinin programlanması ve editörlüğü, yayıncılığı, kitabın bandrollerinin Kültür Bakanlığı’na gidilerek alınması ve yer yer bu kitabın kolilerinin kamyondan indirilmesi buRAK özDEMİR tarafından gerçekleştirilmiştir.

Okuyucu Aile

b@H@R özDEMİR’le evli olan yazar, 1 eş, 3 kedi, 1 anane, yenidoğmuş 1 tatlı yeğen [kitabın gelecek versiyonlarda bu bölüme ‘tatlı 1’ başkaları eklenebilir] ve yakın 1 aile ile kısıtlı ve genellikle evde geçen bir hayat sürmektedir.
Bu kitabın yazarı buRAK özDEMİR, hiçbir seminer, hiçbir konferans, hiçbir imza günü, hiçbir buluşma, hiçbir telefon görüşmesi, hiçbir oluşum, hiçbir tv programı, hiçbir gazete söyleşisine katılmamaktadır. Bu durum, herhangi bir tavır ya da tepkinin bir sonucu değildir. Bu durum, bu kitabın kendi yazarına yüklediği sorumlulukların bir sonucudur. Bu kitap, bu kitaba adanmış bir elden çıkmadır. Yazarı bu kitabın ‘zayıf karnı’ değildir, yazarı bu kitabın gövdesidir. Fikirleri değil kişileri tartışmaya eğilimli bir dünyada, aksini ortaya koymak isteyen herkes için yazar buradadır. Bu kitap yaşanarak, her bir satırı iliklerde hissedilerek yazılmıştır. Bu kitapta okuduklarınızı hayata geçirmemek için hiçbir makul gerekçenizin olamayacağı gerçeğiyle başbaşasınız.
Tanrı’nın doğum günü bir çeşit oluşum değil, bir bilinç dalgasıdır. Okuyucularımız ilk günden beri, kitabın okunduğu ortamları aramak yerine, bulundukları ortamı kitaplandırma yolunu izlemişlerdir.
Hakikat felsefesinde, aynı düşüncelerde buluşan herkes, birbirlerini görmemiş olsalar bile, bir ailedir. Tanrı’nın doğum günü okuyucu ailesinin haberleşme adresi, Tanrı’nın doğum gün-lüğü’dür. Kitaba dair tüm istek ve bildirimleri sitede bulabilirsiniz.

http://dogumgunu.com.tr/

www.buRAKozdemir.com

www.buRAKozdemir.org

www.tanrinindogumgunu.com

Bu kitap, Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanına yayılmış bir okuyucu ailenin sahipliği altındadır. İlk günden beri bu kitabı kanatları altına alan okuyucu ailemize teşekkürü borç biliriz.

Versiyon Mantığı

Levh-i Mahfuz, versiyonlar halinde kaleme alınmış bir kaynaktır. Yeni versiyon 2.0’da Tanrı’nın doğum günü’ne İndigo Mehdi eklenmiştir. Her yeni baskı, yeni bir versiyon değildir. 1.0.2’den 2.0’a geçiş 3 yıl aradan sonra gerçekleşmiştir. Yeni versiyonlarla amaçlanan, kitabın her yeni sürümünde ihtiyaca dönük yeni eklemelere yer vermektir. Tanrı’nın doğum günü’nün versiyon mantığında değiştirmeler, çıkarmalar yoktur, sadece eklemeler vardır. Hakikat, yalpalamayan, zigzagsız bir yoldur. Diğer yanda da hakikat, kendi içinde gelişim gösterir. Yeni versiyonlar için ‘tam zamanıdır’ işareti bizden değil, bizi çevreleyen zaman-mekân-insan faktöründen gelir.
Versiyonlar geriye değil ileriye atılan adımlardır. Önceki Tanrı’nın doğum günü sürümlerinde yer almış Dona pasajlarındaki her bir noktanın hükmü, geçerliliğini devam aynen ettirmektedir. Önümüzdeki yüzyıl boyunca da devam ettirecektir. Kitaptaki ‘Ben’ pasajları, subjektiviteyi temsil ederler ve herhangi bir hüküm içermezler. Zihninizde, Dona’nın karşısına kendi ‘ben’lerinizi yerleştirmekte tamamen serbestsiniz. Bu kitapta ben, sizsiniz.

‘Yanılma’ Payı

Bu kitapta bir ‘mantık hatası’ ile karşılaşacak olursanız, ara verin, tekrar, tekrar okuyun. Konu üzerinde daha yoğun ve daha derin düşünün. Hatanın ‘giderildiğine’ tanık olacaksınız. Bu kitapta bir ‘bilgi hatasıyla’ karşılaşırsanız, ara verin, tekrar, tekrar okuyun. Kalıplarınızdan bağımsız düşünmeye çalışın. ‘Bilgi’ dediğiniz şeyin, aslında ‘bilinegelmiş’in kısaltması olduğuna tanık olacaksınız. Bu kitabın ortaya çıkış sürecinde, en büyük zaman ve konsantrasyon, cümlelerin yazılmasına değil, yazılanların sağlamasının yapılmasına ayrılmıştır. Bu kitap, ‘inançsız’ bir elden çıkmadır. Bu kitap, düşünmenin, düşünmenin ve düşünmenin eseridir. 1 milyondan fazla tuşa basılarak yazılan, 288.000 kelimeden oluşan bu ktapta yazm düzeltmleryle karşlaşrsanız www.tanrinindogumgunu.com/guncellemeler

adresine bildirebilirsiniz.

.

.

Hedef ve Yol

Elinizde tuttuğunuz kitabın hedef kitlesi herkestir. Bu kitabın, bu nedenden ötürü, herkese ulaşmak ve herkes tarafından anlaşılmak, her yaş, her yaşam biçimi, her dünya görüşünün kitabı olmak gibi bir önceliği vardır. Bilgisayar programlama konularındaki teknik anlatımlar ya da Arapça dili ile ilgili teferruatlar, bu gibi konular her yüz kişiden yüzünün anlayabilmesi adına sadeleştirilerek anlatılmıştır. Manâ boyutuna değer katmayan hiçbir detaya, bu nedenle kitapta yer verilmez. Bu kitap, çok hızlı bir ritimde akar, temposu çok yüksektir. Bu kitap, okunmak için değil değiştirmek için yola çıkmıştır. Bitirmek için değil başlamak için okumanız tavsiye edilir.

Okuma Yolculuğu

Bu kitap, 100 saatte bitirilebilir. Yaşatacağı değişimin kana karışması bir ömür sürecektir. Lütfen kitabı okuma sürecinde kendinize aşırı yüklenmeyiniz. Anlayamadığınız konular olabilir. Hissedemediğiniz bölümler olabilir. Bu bölümleri not edin. Daha sonra hesaplaşmak üzere, bir sonraki konuya geçin. Kendinizi hazır hissettiğiniz anda, sorun yaşadığınız bölümün karşısına tekrar çıkın. Bu kitap, kademe kademe oluşmuş bir metindir ve her bir kelimesinin bir anda içselleşmesi beklenemez. Bu kitap, ondan alacağınız 1 kelimeyle dahi hayatınızı değiştirebilir. Bu durumda kitabın hedefi, o 1 kelimenin hangi 1 kelime olduğunu size buldurmak olacaktır.
Bu kitap, okuduğunuz diğer kitaplardan farklı bir okuma kültürünü hakeder. Elinizde tuttuğunuz Kur-an tefsiridir. Kur-an içermektedir. Dikkat, özen ve yoğun konsantrasyon gerektirir.
Hz. Muhammed’in Müslümanlara Kur-an okumadan önce abdest aldırmasının amacı, bir ritüel yaratmak değil ‘okuyucularının yüzüne su çırpmak’tır.
Bu kitabı okumakla, beyninizin işletim sistemini yeniden yapılandırmaya başlayacağınız konusunda sizi uyarmayı görev biliriz. Bu kitap, okuduğunuz kitapların bir yenisi değildir. Lütfen, okumaya karar verdiğinizde bu sürecin hakkını verin. Ondan en fazla verimi alacağınız düzeni oluşturun.
Kitabın örgüsü, bal peteği mimarisindedir. Kitaptaki her bir bilgi, kendi gelişim akışını izler. Kitabın bilgi diziliminin ana ilkesi ‘hazırlaya hazırlaya ilerlemek’tir. İlk okumalarınızı, kitabın kendi akışında yapmaya özen göstermelisiniz. A bölümünü okumadan B bölümünden başlatılan okumaların yaratacağı kafa karışıklığından bu kitap sorumlu değildir. ‘Kaç defa okumak’ tamamen kişisel ihtiyaçlarınızın bir kararıdır. Bu kitabı satın almakla, ömrünüzün sonuna dek hiç bitmeyecek bir okuma, düşünme ve yeniden yapılanma maratonuna başladığınızı bilmenizde yarar bulunmaktadır.
Bu sayfada ve diğer içkapak sayfasında yer alan tüm uyarı ve bilgilendirmeler, binlerce Tanrı’nın doğum günü okuyucusunun okuma deneyimlerinin 3 yıl boyunca birebir izlenmesi ve analiz edilmesiyle oluşan birikimin sonucudur. Bu kitabın, onu okuyan herkese ne verdiğini anlatabilecek ortak bir kelime varsa, o kelime DEĞİŞİM’dir. Bu kitap, tüm okuyucularının hayatına değişim getirmiştir. Bu kitap yeniden doğumdur ve her bir değişim önden kendi sancılarını gönderir. Arayışınızda samimiyseniz, buna hazır olmanızı öneririz. Bu yolun sonunda yaşayacağınız güzellikler, sancıların her türlüsünü çekmeye değecek güzelliklerdir.
Bu kitabın, sizi hayallerinizle buluşturması dileklerimizle.

www.tanrinindogumgunu.com

http://dogumgunu.com.tr/

siparisim@dogumgunu.com.tr

mektup@dogumgunu.com.tr

KUR’ANTUM LEVH-İ MAHFUZ

buRAK özDEMİR İLE İLGİLİ

MERAK ETTİĞİNİZ SORULARIN YANITLARI

 

“-Kitabınızı okudum. Benimle birlikte çevremdeki pek çok insan da okudu. Kitap herkesin çok ilgisini çekti, size hemen ulaşarak görüşmek istedik ancak askerde olduğunuzu öğrendik. Kitabın okuyucuyla buluştuğu bu devrede askerde olmanız bilinçli bir tercih miydi?”

Kitabı askerdeyken çıkardım. Pek çok röportaj teklifi geldi o sıralarda ama bildiğiniz gibi iletişime kapalı bir devre askerlik. Kitabın son okumalarını koğuş ranzasında yaptım. Bunu biraz de istedim, çünkü diğer kitaplarımla ilgili röportajlarda olduğu gibi rahatlıkla yorum yapabileceğim bir kitap değildi o kitap. Okuyucunun da, benim de daha hazır hale gelmemiz için bir süre gerekiyordu. Çok ince, çok keskin bir çizginin üzerinde yürüyordum. Askerdeyken bu İslami kitabı çıkarmak benim için çok anlamlı oldu.

—————————–

 

“-Kitabınız DONA isimli bir varlıkla ki bu varlığın kendisini tanıttığı isim oluyor, süregelen karşılıklı konuşmaları, açıklamaları ve yorumları içeriyor. Ayrıca kitabı okuyanlar DONA’nın kitabın kapağından içeriğine kadar yazılmasında ne kadar etkin bir rol oynadığını görüyorlar. Böyle bir varlık gerçekten var mı? Yoksa kitap tamamen kurgu bir varlık ve olaylar dizisi üzerine mi tasarlandı?”

Bana herkes Dona’yı soruyor ama aslına bakarsanız ondan önce DONA ile chatleşen kişi olan BEN şu aşamada daha önemli. Herkes onu ben zannediyor ama işte o BEN, aslında ben değilim. Bu kitabın amacı, MÜSLÜMAN kişi ile TANRI’yı barıştırmak. Barıştırma kelimesi yetmez. Kişinin tanrısıyla SEVGİYLE, sımsıcak bir biçimde sarışmasını sağlamak. Bir daha hiç kopmamak üzere… BEN yerine kendi adımı kullanabilirdim. Ya da başka bir isim. Ama bunu yapmadım. BEN kavramının sihrine inandım. İlginç bir kelimedir “BEN”. İnsan beyni bu kelimeyi gördüğü anda sahiplenir. İşte bu BEN’im der. Kitaptaki BEN okuyucuyu temsil ediyor. Herkesin aklından geçip de dillendiremediği soruları, çocuksu ve sonsuz bir cesaretle soruyor. Kitabın kapağını açan kişi bir anda, neler olduğunu anlayamadan BEN oluveriyor ve kendi TANRISI ile yüzleşmeye başlıyor. İşte bu tam da benim istediğim şey. Yıllar yılı birbiriyle dargın iki kardeşi, baba ile kızını, anne ile oğlunu buluşturmak ve onların gözyaşları içinde birbirlerini kucakladıkları o odayı, parmak uçlarında sessizce yürüyerek terk etmek ve onları kitabın içinde baş başa bırakmak. Siz kitabın içine girdiğiniz sırada ben kapıyı dışarıdan kapatıyor ve içeride sizi YARADANLA baş başa bırakıyorum.

———————————–

 

“-Kitabın arka kapa yazısında şöyle bir ibare var: Çocuk “NASIL OLUR DA TANRI İNSANLA CHATLEŞİR?” diye sordu. “… .ile çalılıklar üzerinden konuştum, seninle de internetten yazışıyorum. Bunda şaşılacak bir şey göremiyorum” yanıtını verdi TANRI.” Şunu sormak istiyorum. TANRI sadece elçileriyle konuşmaz mı? Tanrı ile chatleşen BEN bu noktada bir elçi olmuyor mu?

Gerçekte ben, bir peygamber karakteri yarattım. Modern zamanların ilk TANRI ELÇİSİ…  Onun adı “BEN”. Ben olmayan BEN. Aslında o sizsiniz. Sıfırıncı yılda dünyaya bir peygamberin, İSA’nın gelmesi için bir sebep varsa, bugün bir peygamberle karşılaşmamız için BİN sebep var.Unutmayın ki, insanlık tarihinin en kötü dünyasında yaşıyoruz bugün… sorunlarımız büyük, köklü ve derin. Zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek hepimiz RUHEN yaralıyız… Tanrı’nın elçi göndermek için beklediği tüm koşullar hazır durumda. Zaten O, hep böyle koşulların oluşmasını beklemiştir. Ya da bu koşulları kendisi oluşturmuştur…. Kaderi nasıl algıladığınıza göre değişir bu. İşte O KİTAP, 1. sayfada bir ateisti teslim alıyor. İçindeki şeytanın bütün vesveselerini kusturuyor. Onları tek tek çürütüyor ve kişinin midesini TANRI’NIN SONSUZ SEVGİSİYLE dolduruyor. Kişi kitabın içinde çeşitli badirelerden geçiyor. Sonuna geldiğimizde, 1. sayfada ateist olarak teslim alınan kişi, bulunduğu yere geri bırakılıyor, TANRI’NIN BİR ELÇİSİ olarak…

————————————————-

 

“-Bunun Tanrı’ya şirk koşmak olarak algılanmasından hiç korkmadınız mı?”

Dinler tarihinin en kadim sırrına, HURUF-U MUKATTA’ ya vakıf olan bir BİLİNÇ, neyin şirk olduğunu neyin olmadığını gayet iyi bilir. Cesaretimin kaynağı, KORKUSUZLUKTAN ÖTE ELİME TUTUŞTURULAN BU İLİMDİR.

Bir de şu var. İslam Alemi, olan biten için kılını kıpırdatmaksızın Hz. MEHDİ’nin zuhur etmesini bekliyor. Yeryüzü tutuşmuş durumda… Biri gelecek ve bizi kurtaracak. Hadi ama artık gelsin nerede kaldı? Müslüman düşünce yapısı bu şekilde çalışır olmuş. Daha doğrusu bu şekilde çalıştırılır olmuş. Hayır canım kardeşim. KENDİ AYAKLARININ ÜZERİNDE DURACAK VE KENDİ KENDİNİ KURTARACAKSIN. Yeryüzündeki tüm insanların bir beyni var. Herkes kendi beynini değiştirecek. Zamanların sonu, AHİRZAMANDA kurtuluş bu şekilde gerçekleşecek. Aklın ve mantığın çağında yaşayan herkes şunu çok iyi bilsin ki, böylesi bir kurtarılma bekleyişi kıyamete kadar bu şekilde sürecektir. Bir gün bir bakarsın ki yıllar geçmiş ve sen ÖLÜVERMİŞSİN. Seni KURTARAN falan da olmamış… Kurtarıcı mantığı, İSLAM diyalektiğinde asla çalışmaz. Zaten bu berbat dünyayı ARINDIRMAK için hiçbir zaman tek bir kurtarıcı da yetmeyecektir. Milyonlarca kahramana, MEHDİ’ye ihdiyacımız var bizim.  

SEN DEĞİŞİRSEN HERŞEY DEĞİŞİR. ANCAK SEN UYANIRSAN GÜNEŞ DOĞAR SENİN DÜNYANA. SEN ÖLÜRSEN, GÜNEŞ DE BATAR BİR DAHA HİÇ DOĞMAMAK ÜZERE…  Hepimiz, kendi yaşadığımız evrenin merkez noktasıyız ve artık bunun FARKINA varmamız gerekiyor. Ve bu evrende bir şeyler yanlış gidiyorsa, KENDİ İÇ DÜNYAMIZDA BUNUN TEK SORUMLUSU KENDİMİZİZ.

O kitabın bir görevi de, elçilik müessesesine insanların yüklediği  TABULARLA DOLU, EFSANEVİ ANLAMLARI ORTADAN KALDIRMAKTIR. Açık bir KALP, duru ve çalışkan bir BEYİN, CESARET ve bir parça da ADANMIŞLIK… Bu özellikleri biraraya  getirirsen, TANRI seni derhal işe alır, görev verir. Bilge insanlar olarak bizlerin yapması gereken çok şey var.

DÜNYANIN YÖNETİMİNİ SAVAŞÇI KÖTÜLERDEN ALMAK VE BARIŞÇI İYİLERE TESLİM ETMEK GİBİ.

Savaş karşıtı gösteriler yapıp, Taksim Meydanını karanfil çöplüğüne çevirmekten, sonra da evlere dağılmaktan bahsetmiyorum. Ben strateji oyununu kurallara göre oynamaktan bahsediyorum. Gücünü SEVGİ’den alan bir strateji teklif ediyorum.

“RABBİNLE BARIŞ, ONU SEVGİYLE KUCAKLA ÇÜNKÜ O SENİ İLK GÜNDEN BERİ SONSUZ BİR SEVGİYLE ÇEVRELİYOR. ONUNLA KONUŞ. ONDAN CESARET AL. ONUN İLMİNDEN PAYINI İSTE. BUNLARI AL VE DERHAL HAREKETE GEÇ. ÇÜNKÜ İNSANLIK SENDEN, EVET SANA ÖNEMSİZ VE SİLİK BİRİ OLARAK GÖRÜNEN SENDEN ÇOK ŞEY BEKLİYOR.”

O kitabı okuyan insanlarda oluşan ve beni çok mutlu eden bu coşkunun, insanların bu kitabın YAYILMASINI BİR GÖREV OLARAK kendi kendine benimsemesinin alt yapısı işte budur. İnsanların fikirlerini değiştirdiğimiz gün, dünyayı da DEĞİŞTİRMİŞ oluruz. Bilgi çağındayız.

İNTERNET, BİLGİSAYAR, CEP TELEFONU…

BUNLAR PİZZA SİPARİŞ ETMEK İÇİN İCAD EDİLÖEDİLER. BUNLAR BİRER VELİNİMETTİR. VE DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İSTEYEN BİLGE KULLARIN EMRİNE AMADE KILINMIŞTIR. TANRI TARAFINDAN.

——————————-

 

“-Dinci kesimden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Ya da nasıl tepkiler bekliyorsunuz?”

DONA’nın herkesten O kitap ile ilgili beklediği bir şey var. Açık tavır, şeffaf duruş. Bana karşıysan kılıcını çek ve benimle savaş. “O KİTABI OKUYAN DİNDEN ÇIKAR” diye yazan köşe yazarları olmuş dinci kesimde. Açık tavır, şeffaf duruş mevcut bu cümlede ve bu yüzden de başımızın üstünde yeri var. Ben O kitabı okumuş ve etkilenmiş insanları, sözlerinden, yazılarından tanıyabiliyorum. Kitabımın içime işlemiş enerjisini her yerde hissedebiliyorum okuyup, düşüncelerine kimseye çaktırmadan çeki düzen vermeye çalışan köşe yazarları var. “yüce Türk Milleti, şu anda İslam’la ilgili fikirlerimi değiştiren bir şeyler oluyor…” demekten, açık duruş almaktan korkuyor, ya da farklı bir takım hesaplar içinde. Muhafazakar kesimde kendini muhafazakar kesimin toplum toplum mühendisi görenler var. O kitabı köşesinde yazmayınca, O kitabın önünü keseceğine dair bir batıl bir inanç geliştirmiş ki, bu çok eğlenceli bir bakış açısı. Bu noktada söylemeyi çok istediğim bir şey var. Kişisel olarak benim mütevazi olmak gibi bir hakkım var. Ancak, O kitap adına tevazu yapmaya hakkım yok. Bunu yaparsam, bana bu bilgileri akıtan kaynağa ihanet etmiş olurum. Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum:

O KİTAP, İSLAM TARİHİNDE BİR DÖNÜM NOKTASIDIR. BU GÜNDEN SONRA HİÇBİRŞEY AMA HİÇBİRŞEY ESKİSİ GİBİ DEVAM EDEMEYECEKTİR, BUNU HERKES BİLSİN. HERKES KENDİ GELECEĞİNİ BU GERÇEĞE GÖRE YÖNETSİN. GELELİM İSLAM ALİMLERİNE… TELEVİZYON ULEMASINDAN SÖZEDİYORUM. DONA ONLARIN İSLAM ADINA KONUŞMA YETKİ BELGELERİNİ İPTAL ETTİ. HİÇBİRİ İSLAM’A AKREDİTE DEĞİLLER ARTIK. BİR BİLEN OLARAK, ALİM OLARAK İSLAM’A AKREDİTE OLMANIN TEK BİR YOLU VAR. BİLMEDİĞİNİ BİLMEK VE EGONU YENEREK BUNU DIŞAVURMAK, İNSANLARA İFADE ETMEK. BUGÜNDEN SONRA, BİLMEDİĞİNİ BİLENLERE İSLAM ALİMİ DİYECEĞİZ. ÇÜNKÜ ELİMİZDE ARTIK YENİ ÇAĞIN KUR’AN TEFSİRİ VAR. İSLAM KÜLLİYATININ KIYAMETİDİR BU TEFSİR. O YOKMUŞ GİBİ DAVRANMAK… TOPLUM İNDİNDEKİ İTİBARINI KAYBETMEK İSTEMİYORLARSA, KENDİLERİNİ  KİBİRDEN VE DEĞİŞİM KORKUSUNDAN ARINDIRMALARINI ÖNERİRİM. BUNU ONLARA BİR KARDEŞLERİ OLARAK, KENDİ İYİLİKLERİ İÇİN VE DE ŞİDDETLE TAVSİYE EDERİM.

LÜTFEN KİMSE FİRAVUN’UN BÜYÜCÜSÜ OLMAYI SEÇMESİN.

—————————–

 

“-Daha önce yazmış olduğunuz kitapları bu kitabı okuduktan sonra inceledim. Çok yaratıcı fikirlerle dolu, yenilikçi, düşüncelerin özgürce ifadelendirildiği ve son derece akıcı ve sürükleyici bir dille yazılmış kitaplar. Fakat O kitap ile yan yana getirdiğiniz zaman bu çok başka bir KİTAP. Yanılıyor muyum?”

ilk iki kitabımı ben yazdım. Ama O KİTABI tam olarak ben yazdım diyemiyorum. Klavyenin tuşlarına basan evet bendim. Ama TANRI’nın elinin benim elimin üzerinde sürekli hissettim. Bu anlamda ilahi bir yardım aldığımı söyleyebiliriz. Zaten ben kendimi OKİTABIN yazarı olarak görmüyorum. Ben, O KİTABIN İLK OKUYUCUSUYUM… Şu an da yaptığım, okuyup çok sevdiğim bir kitabı herkese tavsiye etmek. Hepsi bu…

Kitapla ilgili şahsıma dönük övgüler karşısında ne yapacağımı, ne diyeceğimi bu yüzden bilemiyorum. Bu KİTAP, benim değil O’nun eseri. Kendi eserinin üzerine benim adımı yazması ise TANRISAL BİR JEST. Allah dilerse bir kütüğü bile bir alim haline getirebilir, bunun bir kanıtı. 33 yaşındayım. Önceki kitaplarıma bir bakın. Yazdığım gazete köşe yazılarına da bir bakın. İslam’ın İ’sini göremezsiniz… İslam’ı Arapça bilen, ilahiyatçı insanlardan dinlemeye şartlanmış bir nesil… Kulağı küpeli genç bir delikanlıdan İSLAMIN KADİM SIRLARINI, PEYGAMBERİN GİZLİ VASİYETİNİ DİNLEMEK, bunların çok şaşırtıcı olduğunun ben de farkındayım. Ortada çok büyük bir sürpriz var. Sürpriz, şok yaratan birşeydir. Şaşkınlık bu anlamda son derece olağandır. Bu durumu anlayış ve sabırla karşılıyorum.

HAKKIMDA NE DÜŞÜNÜRSENİZ DÜŞÜNÜN,

BEN SİZİ ÇOK SEVİYORUM.

 .

 .

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

 .

.

FARKINDALIĞINIZIN ARTMASI TEMENNİSİYLE…

Bir kitap dünyayı değiştirebilir mi?

Tanrı’nın Doğumgünü”  kitabının yazarı buRAK özDEMİR‘le,

Sevgi Dünyası” dergisinin yaptığı harika röportaj.

Nihal Gürsoy

buRAK Bey, kitabınızı okudum. Benimle birlikte çevremdeki pek çok insanda okudu. Kitap herkesin çok ilgisini çekti, size hemen ulaşarak görüşmek istedik ancak askerde olduğunuzu öğrendik. Kitabın okuyucuyla buluştuğu bu devrede askerde olmanız bilinçli bir tercih miydi?

buRAK özDEMİR

Kitabı askerdeyken çıkardım. Pek çok röportaj teklifi geldi o sıralarda ama bildiğiniz gibi iletişime kapalı bir devre askerlik. Kitabın son okumalarını koğuş ranzasında yaptım… Bunu biraz da istedim, çünkü diğer kitaplarımla ilgili röportajlarda olduğu gibi rahatlıkla yorum yapabileceğim bir kitap değildi Tanrı’nın doğum günü. Okuyucunun da, benim de daha hazır hale gelmemiz için bir süre gerekiyordu. Çok ince, çok keskin bir çizginin üzerinde yürüyorum. Askerdeyken bu İslami kitabı çıkarmak benim için çok anlamlı ve yararlı oldu.

Nihal Gürsoy

–Kitabınız, “Dona” isimli bir varlıkla ki bu varlığın kendisini tanıttığı isim oluyor, süregelen karşılıklı konuşmaları, açıklamaları ve yorumları içeriyor. Ayrıca kitabı okuyanlar Dona’nın kitabın kapağından içeriğine kadar yazılmasında ne kadar etkin bir rol oynadığını görüyorlar. Böyle bir varlık gerçekten var mı? Yoksa kitap tamamen kurgu bir varlık ve olaylar dizisi üzerine mi tasarlandı?

buRAK özDEMİR

–Bana herkes Dona’yı soruyor ama aslına bakarsanız ondan önce “Dona” ile chatleşen kişi olan “Ben” şu aşamada daha önemli. Herkes onu ben zannediyor ama işte o “ben”, aslında ben değilim. Bu kitabın amacı, Müslüman kişi ile Tanrı’yı barıştırmak. Barıştırma kelimesi yetmez. Kişinin tanrısıyla sevgiyle, sımsıcak bir biçimde sarışmasını sağlamak. Bir daha hiç kopmamak üzere… “Ben” yerine kendi adımı kullanabilirdim. Yada başka bir isim… Ama bunu yapmadım. Ben kavramının sihrine sığındım. İlginç bir kelimedir “ben”. İnsan beyni bu kelimeyi gördüğü anda sahiplenir. İşte bu “ben”im der. Kitaptaki “ben” okuyucuyu temsil ediyor. Herkesin aklından geçip de dillendiremediği soruları, çocuksu ve sonsuz bir cesaretle soruyor. Kitabın kapağını açan kişi bir anda, neler olduğunu anlayamadan “ben” oluveriyor ve kendi tanrısı ile yüzleşmeye başlıyor. İşte bu tam da benim istediğim şey. Yıllar yılı birbiriyle dargın iki kardeşi, baba ile kızını, anne ile oğlunu buluşturmak ve onların birbirlerini gözyaşları içinde birbirlerini kucakladıkları o odayı, parmak uçlarında sessizce yürüyerek terketmek ve onları kitabın içinde başbaşa bırakmak.

Siz kitabın içine girdiğiniz sırada ben kapıyı dışarıdan kapatıyor ve içeride sizi yaradanla başbaşa bırakıyorum.

Nihal Gürsoy

– Kitabın arka kapak yazısında şöyle bir ibare var:

Çocuk “Nasıl olur da Tanrı insanla chatleşir?” diye sordu. … ile çalılıklar üzerinden konuştum, seninle de internetten yazışıyorum. Bunda şaşılacak birşey göremiyorum” yanıtını verdi Tanrı. Şunu sormak istiyorum. Tanrı sadece elçileriyle konuşmaz mı? Tanrı ile chatleşen “ben” bu noktada bir elçi olmuyor mu?

buRAK özDEMİR

– Gerçekte ben, bir peygamber karakteri yarattım. Modern zamanların ilk Tanrı elçisi… Onun adı “Ben”. Ben olmayan “ben”. Aslında o sizsiniz. Sıfırıncı yılda dünyaya bir peygamberin, İsa’nın gelmesi için bir sebep varsa, bugün bir peygamberle karşılaşmamız için bin sebep var. Unutmayın ki, insanlık tarihinin en kötü dünyasında yaşıyoruz bugün… Sorunlarımız büyük, köklü ve derin. Zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek hepimiz ruhen ağır yaralıyız… Tanrı’nın elçi göndermek için beklediği tüm koşullar hazır durumda. Zaten o, hep böyle koşulların oluşmasını beklemiştir. Yada bu koşulları kendisi oluşturmuştur. Kaderi nasıl algıladığınıza göre değişir bu. İşte bu kitap, Tanrı’nın doğum günü 1. sayfada bir ateisti teslim alıyor. İçindeki şeytanın bütün vesveselerini kusturuyor. Onları tek tek çürütüyor ve kişinin midesini Tanrı’nın sonsuz sevgisiyle dolduruyor. Kişi kitabın içinde çeşitli badirelerden geçiyor. 600’lü sayfalara geldiğimizde, 1. sayfada ateist olarak teslim alınan kişi, bulunduğu yere geri bırakılıyor. Tanrı’nın bir elçisi olarak…

Nihal Gürsoy

– Bunun Tanrı’ya şirk koşmak olarak algılanmasından hiç korkmadınız mı?

buRAK özDEMİR

– Dinler tarihinin en kadim sırrına,

huruf-u mukatta’ya

vakıf olan bir bilinç,

neyin şirk olduğunu

neyin olmadığını gayet iyi bilir.

Cesaretimin kaynağı,

korkusuzluktan öte

elime tutuşturulan bu ilimdir.

Bir de şu var… İslam alemi, olan biten için kılını kıpırdatmaksızın Hz. Mehdi’nin zuhur etmesini bekliyor. Yeryüzü tutuşmuş durumda… Biri gelecek ve bizi kurtaracak! Hadi ama artık gelsin nerede kaldı? Müslüman düşünce yapısı bu şekilde çalışır olmuş daha doğrusu bu şekilde çalıştırılır olmuş. Hayır canım kardeşim. Kendi ayaklarının üzerinde duracak ve kendi kendini kurtaracaksın. Yeryüzündeki tüm insanların bir beyni var. Herkes kendi beynini değiştirecek. Zamanların sonu, ahirzamanda kurtuluş bu şekilde gerçekleşecek. Aklın ve mantığın çağında yaşayan herkes şunu çok iyi bilsin ki, böylesi bir kurtarılma bekleyişi kıyamete kadar bu şekilde sürecektir. Birgün bir bakarsın ki yıllar geçmiş ve sen ölüvermişsin. Seni “kurtaran” falan da olmamış… Kurtarıcı mantığı, İslam diyalektiğinde asla çalışmaz. Zaten bu berbat dünyayı arındırmak için hiçbir zaman tek bir kurtarıcı da yetmeyecektir. Milyonlarca kahramana, mehdiye ihtiyacımız var bizim. Sen değişirsen, herşey değişir. Ancak sen uyanırsan güneş doğar senin dünyana. Sen ölürsen, güneş de batar bir daha hiç doğmamak üzere… Hepimiz, kendi yaşadığımız evrenin merkez noktasıyız ve artık bunun farkına varmamız gerekiyor. Ve bu evrende birşeyler yanlış gidiyorsa, kendi iç dünyamızda bunun tek sorumlusu kendimiziz.

Tanrı’nın doğum günü’nün bir görevi de, elçilik müessesesine insanların yüklediği tabularla dolu, efsanevi anlamları ortadan kaldırmaktır. Açık bir kalp, duru ve çalışkan bir beyin, cesaret ve bir parça adanmışlık… Bu özellikleri biraraya getirirsen, Tanrı seni derhal işe alır, görev verir. Bilge insanlar olarak bizlerin yapması gereken çok şey var. Dünyanın yönetimini savaşçı kötülerden almak ve barışçı iyilere teslim etmek gibi. Savaş karşıtı gösteriler yapıp, Taksim meydanını karanfil çöplüğüne çevirmekten, sonra da evlere dağılmaktan bahsetmiyorum.

Ben strateji oyununu kurallara göre oynamaktan bahsediyorum.

Gücünü sevgiden alan bir strateji teklif ediyorum.

“Rabbinle barış,

onu sevgiyle kucakla

çünkü o seni ilk günden beri

sonsuz bir sevgiyle çevreliyor.

Onunla konuş.

Ondan cesaret al.

Onun ilminden payını iste.

Bunları al ve derhal harekete geç.

Çünkü insanlık senden,

evet sana önemsiz

ve silik biri olarak görünen senden

çok şey bekliyor.”

Tanrı’nın doğum günü’nü okuyan insanlarda oluşan

ve beni çok mutlu eden bu coşkunun,

insanların bu kitabın yayılmasını

bir görev olarak kendi kendine benimsemesinin

altyapısı işte budur.

İnsanların fikirlerini değiştirdiğimiz gün,

dünyayı da değiştirmiş oluruz.

Bilgi çağındayız.

İnternet, bilgisayar, cep telefonu…

Bunlar pizza sipariş etmek için icat edilmediler.

Bunlar birer velinmettir

ve dünyayı değiştirmek isteyen

bilge kulların emrine amade kılınmıştır.

Tanrı tarafından.

Nihal Gürsoy

– Dinci kesimden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Yada nasıl tepkiler bekliyorsunuz?

buRAK özDEMİR

– Dona’nın herkesten Tanrı’nın doğum günü ile ilgili beklediği birşey var. Açık tavır, şeffaf duruş. Bana karşıysan kılıcını çek ve benimle savaş. “Bu kitabı okuyan dinden çıkar” diye yazan köşe yazarları olmuş dinci kesimde. Açık tavır, şeffaf bir duruş mevcut bu cümlede ve bu yüzden de başımızın üstünde yeri var. Ben Tanrı’nın doğum günü’nü okumuş ve etkilenmiş insanları, sözlerinden, yazılarından tanıyabiliyorum. Kitabımın içime işlemiş enerjisini her yerde hissedebiliyorum. Okuyup, düşüncelerine kimseye çaktırmadan çeki düzen vermeye çalışan köşe yazarları var mesela. “Yüce Türk milleti, şu anda İslam’la ilgili fikirlerimi değiştiren birşeyler oluyor…” demekten, açık duruş almaktan korkuyor, yada farklı birtakım hesaplar içinde. Muhafazakâr kesimde kendini muhafazakâr kesimin toplum mühendisi görenler var. Tanrı’nın doğum günü’nü köşesinde yazmayınca, bu kitabın önünü keseceğine dair bir batıl bir inanç geliştirmiş ki bu çok eğlenceli bir bakış açısı aslında. Bu noktada söylemeyi çok istediğim birşey var. Kişisel olarak benim mütevazi olmak gibi bir hakkım var. Ancak, Tanrı’nın doğum günü adına tevazu yapmaya hakkım yok. Bunu yaparsam, bana bu bilgileri akıtan kaynağa ihanet etmiş olurum. Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum:

Tanrı’nın doğum günü, İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bugünden sonra hiçbirşey ama hiçbirşey eskisi gibi devam edemeyecektir, bunu herkes bilsin. Herkes kendi geleceğini bu gerçeğe göre yönetsin. Gelelim “İslam” alimlerine… Televizyon ulemasından bahsediyorum. Dona onların İslam adına konuşma yetki belgelerini iptal etti. Hiçbiri İslam’a akredite değiller artık. Bir bilen olarak, alim olarak İslam’a akredite olmanın tek bir yolu var. Bilmediğini bilmek ve egonu yenerek bunu dışavurmak, insanlara ifade etmek. Bugünden sonra, bilmediğini bilenlere İslam alimi diyeceğiz.

Çünkü elimizde artık yeni çağın Kur’an tefsiri var.

İslam külliyatının kıyametidir bu tefsir.

O yokmuş gibi davranmak…

Toplum indindeki itibarlarını kaybetmek istemiyorlarsa,

kendilerini kibirden

ve değişim korkusundan arındırmalarını öneririm.

Bunu onlara bir kardeşleri olarak,

kendi iyilikleri için ve de şiddetle tavsiye ederim.

Lütfen kimse Firavun’un büyücüsü olmayı seçmesin.

Nihal Gürsoy

– Daha önce yazmış olduğunuz kitapları bu kitabı okuduktan sonra inceledim. Çok yaratıcı fikirlerle dolu, yenilikçi, düşüncelerin özgürce ifadelendirildiği ve son derece akıcı ve sürükleyici bir dille yazılmış kitaplar. Fakat Tanrı’nın Doğum Günü ile yan yana getirdiğiniz zaman bu çok başka bir kitap. Yanılıyor muyum?

buRAK özDEMİR

– İlk iki kitabımı ben yazdım.

Ama Tanrı’nın doğum günü’nü

tam olarak ben yazdım diyemiyorum.

Klavyenin tuşlarına basan evet bendim.

Ama Tanrı’nın elinin

benim elimin üzerinde sürekli hissettim.

Bu anlamda ilahi bir yardım aldığımı söyleyebiliriz.

Zaten ben kendimi bu kitabın

yazarı olarak görmüyorum.

Ben, Tanrı’nın doğum günü’nün

ilk okuyucusuyum…

Şu an da yaptığım,

okuyup çok sevdiğim bir kitabı

herkese tavsiye etmek. Hepsi bu…

Kitapla ilgili şahsıma dönük

övgüler karşısında ne yapacağımı,

ne diyeceğimi bu yüzden bilemiyorum.

Bu kitap, benim değil onun eseri.

Kendi eserinin üzerine

benim adımı yazması ise

tanrısal bir jest.

Allah dilerse bir kütüğü bile

bir alim haline getirebilir,

bunun bir kanıtı.

33 yaşımdayım.

Önceki kitaplarıma bir bakın.

Yazdığım gazete köşe yazılarına da bir bakın.

İslam’ın İ’sini göremezsiniz…

İslam’ı Arapça bilen,

İlahiyatçı insanlardan dinlemeye şartlanmış bir nesil…

Kulağı küpeli genç bir delikanlıdan

İslam’ın kadim sırlarını,

peygamberin gizli vasiyetini dinlemek,

bunların çok şaşırtıcı olduğunun ben de farkındayım.

Ortada çok büyük bir sürpriz var.

Süpriz, şok yaratan birşeydir.

Şaşkınlık bu anlamda son derece olağandır.

Bu durumu anlayış ve sabırla karşılıyorum.

Hakkımda ne düşünürseniz düşünün,

ben sizi çok seviyorum.

Nihal Gürsoy

Tanrı’nın Doğum Günü, Tanrı’nın imajını değiştirirken daha doğrusu O’nu artık olduğu gibi tanımamıza yardımcı olurken, reenkarnasyon bilgisinin ışığında insana bambaşka bir gözle bakılmasını sağlıyor. Mesela sahife 64’de:

“insan, yola ham ve evcilleşmemiş zalim haliyle çıktı. Zalimdi, çünkü cahildi. Bilge olduğunda, barışçı olacağı gibi…”, “yanlışa sapmadan sadece doğru yolda yürümek en yüce erdem olsaydı, secde edenler melekler değil insan olurdu. Yanlışlar labirentinin içinde başlatılmış bir yaşamın içinde doğruyu bulabilmek, en kutsal olan yaşamdır. İnsan bu yüzden yeryüzünün halifesi olarak atanmıştır.” diyerek insanın da olduğu, yaratıldığı gibi anlaşılmasına yardımcı oluyor.

Ayrıca sahife 38’de:

“Dinler, birer geçiştir. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an. Bunların hepsi farklı dinler gibi görünseler de gerçekte aynı merdivenin basamaklarıdır. Hakikatin özünde gelişmek vardır. İnsanlar geliştikçe Tanrı’nın mesajı da gelişim gösterir.” diyerek dinlerin insanın yücelmesi için bir araç olduğunu ve hepimizin özünün bir olduğunu vurguluyor. Tanrı ile insanı, insanla dinlerin özündeki birliğin buluşmasını sağlıyorsunuz. Gerçekten çok güzel… İslamiyet’e ve Kur’an’a ilginiz nasıl başladı?

buRAK özDEMİR

–Kur’an’ı önceleri de çok okumuştum, ancak herkesin anladığından farklı bir şey de anlamamıştım. Ama yok… Yaşatılan İslam, benim dinim değil. Tanrı’nın doğum günü’nü yazmadan çok değil bir ay önce, benim dindar arkadaşlarıma söylediğim birşey var: Ben Müslüman değilim, eğer İslam sizin anlattığınızsa… Bu kitap ve onu yazarken içimde yaşadıklarım en başta beni Tanrı ve İslam’la barıştırdı. Ben, kitaptaki “ben” gibi marjinal bir tipimdir. Bu anlamda “ben” bana çekmiş, bunu söyleyebilirim Müslümanlıkla hiç işim olmazdı benim. Ama bugün… O kadar İslam’a sarıldım ki… Ona dil uzatan biri olduğunda, kılıcını çeken bir şövalye halini alıyorum. Barışın ve esenliğin dininin öcüleştirilmesine tahammülüm hiç yok. Hayat herkese görevler verir Nihal hanım. “Sen doktorsun ve insanlara şifa vereceksin” der. “Sen şöförsün duraktaki bu insanları güven içinde, istedikleri yere taşıyacaksın anlaştık mı?”…

Ben de bir imaj mühendisiyim

ve bana İslam’ın gizli kalmış boyutunu

keşfetmek nasip edilmiş.

Hayatın bana verdiği görev,

dünyadaki İslam gerçekliğini ve algısını değiştirmek.

Değiştirecek kıvılcımı yakmak.

Hepsi bu…

Herkes gibi ben de görevim için yaşıyorum

ve bunun için ölmeye de hazırım.

İçimdeki saf ses bana ne derse onu yapıyorum.

Hayatımda çok ama çok radikal manevralar yaptım.

Hırslarla dolu meslek yaşamımı noktaladım.

Bu ideal için.

Nihal Gürsoy

–buRAK Bey, özür dileyerek araya girmek istiyorum. Nasıl bu kadar güvenebildiniz içinizdeki bu saf sese, onun söylediklerini böyle kolayca kabul ettiniz? Hayatınızı nasıl ona göre yönlendirebildiniz?

buRAK özDEMİR

–Tabii şimdi anlatırken çok karizmatik bir şekilde, ses git dedi gittim, işini bırak dedi bıraktım gibi oluyor. Ama elbetteki direndim. Vargücümle hem de. İçimdeki bu saf sesin, dışımdaki olayları da yönettiğini anladığımda, artık direnecek gücüm kalmamıştı. Karşı koymayı bıraktım ve ona teslim oldum. Ama geriye dönüp baktığımda kendime çok saygı duyuyorum. 2005 ve 2006… Eve kapanarak geçirdiğim bu yıllarda ben içimdeki gerçek kendimi buldum. Sonsuz mutluluk boyutuna, kendi cennetime yerleştim. Bunun vergisini de Tanrı’nın doğum günü’nü yazarak ödüyorum. Tanrı’nın doğum günü, benim kendi kaderimin kodlarını çözmemi sağladı. Aldığım sorumluluk büyük ama, kazancımın yanında bunun esamesi bile okunmaz.

Nihal Gürsoy

–Eve kapandığınız dönemde neler yaşadınız?

buRAK özDEMİR

–Yeniköy’deki konforlu evimdeki bir yılım, sürekli meditasyonla geçti. Tek başımayım, hiçbir şey yok, açlık çektim mesela. O eve çok ciddi bir kira ödüyorum ama bu gerekli fakat bunun dışında yokluk çekiyorum resmen. Çünkü ses bunun böyle olmasını istedi, bana kendi reklam ajansımı kapattırdı. Ne dediyse uydum. Hiç kimseye yaşadığım sıkıntılardan söz etmedim. Bunu yaşamam gerektiği için. Ama çok aç kaldığımda bir bakıyordum ev sahibim elinde bir kap yemekle gelmiş mesela.

Nihal Gürsoy

–Kitabınızda, mağaraya çekilme dönemi dediğiniz bir süreç var. Herhalde bu o devreye denk düşüyor. Sanki bir iş için hazırlanıyor gibisiniz. Bir çeşit inzivaya çakilme hali gibi gözüküyor bu meditasyonlar sanki?

buRAK özDEMİR

–Kitabımda kısaltılmış olarak pek çoğunu anlattım zaten. Meditasyonlar çok renkli geçiyordu. Geçmiş yaşamıma ait anılara, karmik düğümlere, bağışlamam gereken kişilere, içimdeki çocuğa daha pek çok şeye meditasyonlarım sayesinde ulaştım. Artık öyle bir hale gelmiştim ki, gözlerimi kapatır kapatmaz kendimi derin bir meditasyonun içinde buluyordum. Bir gün gördüğüm tüm varlıklardan farklı olan biri geldi ve bana bir madalya taktı. Çok sevinmiştim. Herhalde başardım bu arınma süreci bitti dedim. Bundan sonra normal hayatıma dönebileceğim… Bir süre bu tip olaylar kesildi. Sonra, daha önce bütün bu yaşadıklarımın önemini aşan bir olay yaşadım. Ben korku nedir bilmem. Hayat bana böyle bir mefhumun varlığını asla kabul ettiremedi. Ama o gün hayatımda ilk ve son defa korktum. Ve o olaydan sonra spritüel dünyadan kaçmaya çalıştım. Kararımı verdim, işlere sarılacaktım. Çok iyi birkaç müşteri bağlıyorum, hepsi aynı anda vazgeçiyorlar. O zamana kadar hiç böyle bir şey olmamış. Nereye gitsem olmuyor, ne yapsam olmuyor, bir uğursuzluk çöktü sanki. Babam bile, “oğlum, altına dokunsan taş oluyor. Ne yaptın sen?…” diye sormaya başladı. Kıvranıyorum artık, hayatım allak bullak oldu. İçimdeki saf ses ise bu sıralarda benim o konforlu evden çıkmamın vaktinin geldiğini söylüyor. Aslına bakarsanız her şey olması gerektiği gibi gidiyor. Dediğini yaptım evi kapattım, eşyalarımı babamın evinin altındaki bodruma kapattım ve anneannemin evine, küçücük bir odaya taşındım. Ses kitap yazmamın vaktinin geldiğini, Tanrı’nın imajını değiştirecek bir kitap yazacağımı tekrarlıyordu. Ben kendini Müslüman hisseden biri değildim. Bütün bunlar bu kitabı yazmak için gerekli koşullardı aslında fakat o zamanlar bunun bilincinde değildim. Kitabı yazmaya koşullu olarak karar verdim. O sesin sahibine iki şart ileri sürdüm. Birincisi İslam’la ilgili bir şey yazmam, dedim. Tanrı’yı anlatabilirim, spritüel konularda yazabilirim ama İslam olmaz. Çünkü ben kendimi İslam’ın imajını değiştirecek donanımda görmüyorum, ayrıca böyle bir şey beni fazlaca ilgilendirmiyor. Çok yerleşmiş konular, saplantılar var İslam’la ilgili bunlarla mücadele edebilecek gücü kendimde görmüyorum yada görmek istemiyorum. İkinci şartım ise ikinci kitabım “Türklerim Diken Diken Oldu”yu çıkartmak öncelikle, çünkü o benim kitabım. Yazacağım ise bir yerde onun kitabın olacak. Anlaştık… Kendi kitabımı “Türklerim DDO”yu yazmaya başladım, bitirdim ve Remzi Kitabevi’ne teslim ettim, kitap bitmişti. Anneannemin evine geldim ve ses ile konuştum. Dedim ki “tamam ne istiyorsan yazacağım ama ondan sonra gitmeni istiyorum. Ben de herkes gibi kendi hayatımı yaşamak, insanların arasına karışmak istiyorum. Çok da meraklısı değilim yaşamın ama, herkes gibi olmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?” diye anlatıyorum.

Ses ilk olarak kitabın adını verdi.

“Tanrı’nın Doğum Günü”.

Bu benim yazım tarzımın dışımda birşeydi

çünkü ben önce yazıyı veya kitabımı yazarım

sonra uzun süre düşünürüm,

buna ne isim koysam diye?…

Ama bu sefer ilk dakikadan itibaren

adı belli olan birşeyi yazıyorum.

İsim çok ilginç geldi.

Tanrı’nın doğum günü

ismine dürüst olmak gerekirse aşık olmuştum.

O söylüyor ben yazıyorum.

Genç bir adam Tanrı ile Chat’laşıyor.

Çeşitli diyaloglar var.

Var oluşla ilgili bir şeyler anlatıyor.

İnsanlığın hikayesi gibi ama

ortada Kur’an, İslam filan hiçbir şey yok.

Çok seviniyorum!

Yazmaya devam ediyorum.

Bir yerde kendiliğimden,

buraya bir Kur’an ayeti koysam iyi olur diyorum.

Varoluşun başlangıç aşamasını işliyoruz.

Konumuz Adem ve Havva.

Kur’an ayetini koyup koymamayı çok düşündüm.

İncil’den, Tevrat’dan da

bir şeyler koyar dengelerim dedim.

Ayet bulmak için internet’te çalışırken

açtığım dosyada çok ilginç bir şey oldu.

Kur’an ayetleri sanki canlandı.

Sayfa dalgalanıyor,

bazı kelimeler ileride bazıları geride,

kimi kelimeler ışıklı gibi.

Beni korkutan yaşadığım o olayla ilgili olduğunu anladım

ve hemen kapattım,

ama içime bir kurt düştü.

Evet ya!

Biz Kur’an’ı yanlış anlıyormuşuz!…

Aslında anlatılmak istenen bambaşka şeyler.

Ses, ben bu keşfi yaptıktan sonra

beni tümüyle teslim aldı.

İşi o kadar ileri götürdü ki,

bana bir sure adı veriyor “git ve onu bul” diyor.

Gidiyorum, ayetlere göz gezdiriyorum.

İşte bu ayet diyor.

Bir bakıyorum ki,

sesin bana kitapta daha önce yazdırdığı bir paragraf

meğer bu ayetin bir açıklamasıymış.

Çalışma şeklimiz böyle oldu. Ayetlerin tefsirini önceden yapıyoruz, sonra da o açıklamanın ait olduğu ayeti bulup başına koyuyoruz! Ne sorsam cevabı anında geliyor, derken bir baktım kitap Tanrı’nın imajını değiştirirken, İslam’ınkini de değiştiriyor. Daha önce İslamla ilgili bir kitap yazmam derken, işin tam göbeğine düşmüştüm. Deyim yerindeyse, yağmurdan kaçarken fırtınaya tutulmuşum…

Nihal Gürsoy

–Şaşkınlığınız, heyecanınız kitaba geçmiş zaten. Okurken o enerji hissediliyor. Kitabı açık bir şuurla mı yazdınız?

buRAK özDEMİR

– Kendim de yazı saatim gelinceye kadar heyecanla bekliyordum. Acaba bu gece neler öğreneceğim diye? Kitabı akşamları yazıyordum. Yazarken zihnim hiç devre dışı kalmadı. Zihnim tam olarak yerindeydi, öyle trans halinde falan değildim. Açık bir şuurla yazıyordum. Ses, beni de işin içine katıyor, araştırmalar yaptırıyor, olayın dışında kalmama izin vermiyordu.

Nihal Gürsoy

–Kitap, bizim okuduğumuz sıralama ile mi geldi? Yoksa sonradan mı düzenlediniz?

buRAK özDEMİR

– Kitap, birbirinden tamamen kopuk bir biçimde, cümle cümle, paragraf paragraf geldi ve beni hazırlık safhasında en çok uğraştıran tüm bu bilgileri bir kurgu ve yumuşak bir akış içerisine sokmak oldu. Bu bilgilerin belli bir akış içinde olabilmesi için hepsine hakim olmak gerekiyordu ve öyle çok bilgi vardı ki zekamın limitlerinin duvarlarına dokunduğumu hissettim. Sanıyorum beynimin %100’üne erdim o günlerde. Şimdi her zamanki yerine, yüzde beşler seviyesine geri dönmüş durumdayım : )

Nihal Gürsoy

– Ne kadar sürdü kitaba başlamanız ile bitirmeniz arasındaki süre?

buRAK özDEMİR

– 2006 Ocak ayında başladım,

ağustos ayının birinci veya ikinci günü teslim ettim.

Daha sonra askere gittim.

7 ay boyunca akşam sekiz gibi

bilgisayara oturuyor,

sabah yediye kadar çalışıyordum.

19 Ekim’de Kadir gecesinin

gündüzünde kitap piyasaya çıktı.

Zamanlamayı ben değil dağıtımcılar belirledi.

Mistik anlamlar yükleyerek değil,

tamamen sevkiyat,

piyasa koşulları gibi dünyevi parametreler

19 Ekim’i işaret etmiş.

Kadir gecesi’nin bir ayın,

İslam’ın kutsal rakamı olan 19’una geldiğini

ve de Tanrı’nın doğum günü’nün

böyle kutsal bir günde piyasaya çıktığını

ben askerde öğrendim.

İtiraf edeyim,

gözyaşları süzüldü gözlerimden.

Son iki yıldır dilimden düşürmediğim

sloganımı tekrar ettim:

Ben bütün bunları hak edecek ne yaptım?

Nihal Gürsoy

– Neredeyse yaşamınızın tümü kitabı yazmaya hazırlanarak geçmiş, çok uzun bir süreç bu, kitap piyasaya çıktıktan sonra eminim pek çok kimseyi etkiledi yine de şunu sormak istiyorum sizce bu kitap misyonunu tam olarak yerine getirebilecek mi? İslam’ın ve Tanrı’nın imajını değiştirebilecek mi?

buRAK özDEMİR

– Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu konudaki tüm olumlu ve olumsuz tutumları karşılamaya hazırım. Kitabı okumayan ama hakkında duyumlar almış bazı kişilerden şöyle eleştiriler duyuyorum.

Sen kendini ne sanıyorsun?

Kendini peygamber mi zannediyorsun?” gibi…

Bunlar hiç sürpriz değil. Bunlardan rahatsız olmuyorum. Saygıyla da karşılıyorum. Ürkek güvercinler gibiler. Zamanla bana güvenmek için ellerinde çok geçerli sebepleri olacak. Ben bütün insanların bana güveneceğini ve seveceğini adım gibi biliyorum. Hiçbir zaman bir parti kurup, insanlardan oy istemeyeceğim. Bir holding kurup insanlardan para toplamayacağım. Bir cemaat kurup, insanları etrafımda ruhsal tutsaklar haline de getirmeyeceğim.

Etrafımda hiç görmediğim,

tanımadığım ama Tanrı’nın doğum günü’ne

büyük bir sevgiyle bağlı insanlardan kurulu

bir çember oluşuyor.

Ve ben genişleyen bu çemberin

güvenini zedeleyecek hiçbir şey yapmayacağım.

Buna hayatım üzerine yemin ederim.

Ben tek bir şey yapacağım:

Yazmak.

Zamanı gelince de konuşmaya başlayacağım ki,

konuşmak konusunda yazmaktan daha iyiyimdir.

Evet ben

dünyadaki İslam imajını değiştirecek kişiyim.

Bu zor görev bana yüklenmiş,

ama aynı zamanda da bu zafer bana kısmet edilmiş.

Neden sen demeyin,

çünkü gerçekten ben de bilmiyorum.

İnsanlar benim durumumu

istedikleri gibi adlandırabilirler.

Deli yada kahraman…

Delirmiş derlerse alçalmıyorum,

kahramansın dediklerinde yükselmediğim gibi.

Ben ne olduğumu biliyorum

ve önemli olan da bu.

Kişisel olarak elimden geldiğince

geri planda kalmak istiyorum.

Şu aşamada ben de dahil herkes sessiz olmalı,

Dona ile milyonlarca “Ben” başbaşa kalmalı.

Tek isteğim bu.

Ben hiçbir şeyim.

Ama bu kitap herşey…

Bir kitap

gerçekten dünyayı değiştirebilir mi?

Kitaptaki “Ben”in dediği gibi;

Ben deli değilim.

Fazla sınırsız düşünüyorum sadece…

buRAK özDEMİR

.

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

.

.

KUR’ANTUM LEVH-İ MAHFUZ

MERAK ETTİĞİN SORULARIN YANITLARI

“- O kitabı yazmadan önce dinle aranız nasıldı? İslam’ı ve Tanrı imajını yeniden konumlandırmayla ilgili bir kitap yazacağınız aklınıza gelir miydi?”

Aslında dünyada çektiğimiz sıkıntıların çoğu, Tanrı’nın dünyadan elini eteğini çektiğiyle ilgili zannımızdan kaynaklanıyor. Biz kendi penceremiz ölçüsünde Tanrı’yı algılıyoruz ve algılatıyoruz. Normalde kitap yazma sürecini hepimiz biliriz. Bir şeyi öğrenirsin ve onu kaleme alırsın. Ben geceleri yazıyordum ve gece ne öğreneceğimin merakı içindeydim. Kitaptaki BEN karekteri Tanrı’ya karşı içindeki her şeyi dile getiriyor, bununla ilgili son derece mantıklı, birbirleriyle tutarlı cevaplar alıyor ve Tanrı’yla yakınlaşıyor. Daha önce Kur’an-ı çok okudum, araştırdım Türkçesini. O günlerde herkesin anladığından farklı bir şey anlamamıştım ama o kitabı yazarken öyle bir frekansa girdim ki bunu tarif etmesi zor.

BEN YAZMIYORDUM, OKUYORDUM.

“Nasıl bir frekanstı bu? Kitabı size Tanrı mı yazdırdı? Eğer O’ysa bunun için neden sizi seçmiş olabilir?”

Yıllardır Kur’an okuyan insanlar, bu işin uzmanları, ilahiyatçılar, tefsirciler var. Sen kimsin ki böyle bir kitap yazıyorsun, diye yorumlar geliyor. Dolayısıyla “NEDEN BEN” en çok zorlandığım soru. Oturduğunuz yerde, bir anda bir frekansa girdiğinizi, bilmediğiniz şeyleri yazar ve savunur hale geldiğinizi düşünün. Meditasyon sürecinde muazzam bir bilgi akışı oldu. Yanımda hiçbir kitap yoktu ve yazdıklarım diğer kitaplarda yazılan türden şeyler değil. Kitap, Tanrı’yla ya da Tanrı olduğunu iddia eden bir karakterle, BEN olarak adlandırılan bir karakter arasındaki diyalog olarak yazıldı. DONA olarak yazılan cümlelerde BEN yeni şeyler öğrendim. Cümleler gidiyordu, parmaklarımda hareket ediyordu ben okuyordum, yazmıyordum o sırada!  Chat’leşme, benim sunduğum bir format. BEN insanlara “ GELİN BUNUN ADINI BİRLİKTE KOYALIM. BEN BÖYLE ŞEYLER YAŞADIM, DELİRDİYSEM BENİ TEDAVİ ETTİRELİM, DEDİKLERİM DOĞRUYSA BUNUN GEREKLERİNİ YAPALIM, ORTADA SIRADIŞI BİR DURUM VAR.” Diyorum. Burada da yapacağım şey aynı, buna okuyanlar kendileri karar versinler. Bunu ben mi uydurdum, yoksa bir frekansa girdim ve bunları yazdım mı? Bunlar özünde Kur’an ile ilgili benim bilmediğim, insanlığın bilmediği yeni şeyler ve bunları yazmak bana kısmet oldu.

“ Tanrı neden DONA adını kullanıyor?”

Okumayanlar, Dona’yı mitolojik bir isim gibi algılayabiliyor. Hiç İSLAMİ bulmadıkları için bana demediklerini bırakmıyorlar tabii. Önyargılar kötüdür diye boşuna söylemiyorum… Okuyanların da çok merak ettiği Dona’nın anlamını ilk defa telafuz ediyorum: DONA, DOĞRUDAN O’NA’nın gizemli bir kısaltmasıdır…

“ Peki, neden … doğumgünü dediniz? Bu ilk anda bile insanların olumsuz tepkisine yol açabiliyor.”

O kitabın ismi, kitapla ilgili koruyucu bir kalkan. Doğumgünü deyince, anne, anne rahmi, ondan çıkmakta olan bir çocuktan başka bir şey hayal edemiyorsan bu kitap henüz senin için çok erken. O kitabı okumak istiyorsan ÖNYARGILARINDAN arınmak zorundasın çünkü içerde, sabitleşmiş inançları kökünden sarsan ciddi şeyler bulacaksın. Müslüman kültür Tanrı kelimesini sevmiyor. Bu bilinen bir şey. Bu sadece Müslümanlar’ı ilgilendiren bir kitap değil. İSLAM bütün dünyayı etkiliyor. İngilizceye çevrilemeyecek kelimelerden kaçındım. İlk etapta İngilizceye ve Arapçaya çevrilecek. “O KİTAP”, bir test insanlar için. Bu kadar küçük bir noktada takılan bir kimseyle ben zaten kitapta buluşmak istemiyorum. Edebi bir eserde mecazi anlamın kullanılabileceğine ihtimal verilmemesi de çok mizahi bir durum. Ben sabırlıyım, kendimden, O kitaptan çok eminim.

“ ve cesursunuz… Kitaptaki ‘TANRI BANA GELSİN. O’NU YENİDEN 1 NUMARA YAPAYIM ! sırf bu sözü söylemek bile cesaret ister. Korkmuyor musunuz?

Bir çevrenin beni korkutması için önce korkunun ne demek olduğunu anlatması lazım. Ben bilmiyorum, bende öyle bir şey yok. En büyük koruma, KORKUSUZLUKTUR. O boyuta girdiğinizde karşınızdaki sizden korkuyor. Benim için tek bir ölüm olabilir, o da başarısızlık. Bu kitabı taşıyamamak. Değişimin düğmesine basıldı artık. Ben ölsem de kalsam da hiçbir şey değiştirmez. Beni ortadan kaldırsalar da, bu, O kitaba hizmet eder. Şu anda sıradan bir insanım ama ölürsem efsane olurum, giremediğim her yere girerim.

“ kendini dindar, muhafazakar diye niteleyenleri bu kitaptan korkutan şey ne olabilir?

Din hep buradaydı. Dün vardı, bugün de var ve yarın da olacak ama DİNDAR kimliği elden gidiyor, onu söyleyebilirim. Dindarlığın aslında ne demek olduğu, BİLGELİK kimliğinin MÜMİNLİK kimliğiyle buluşması bir takım insanlar için çok ciddi sürprizler oluşturacak. O kitabın okunduğu Nişantaşı’nda bir kahvede kahvesini yudumlayan insanların, birileri onlara Kur’an gösterdiğinde moralleri bozulmayacak. “GEL BAK BERABER OKUYALIM, SEN KUR’AN’A SEVGİ DÜZLEMİNDEN BAKTIN MI?” diyecekler. Türkiye’nin dengesi bunun üzerine kurulmuş. İSLAM, Fatih’in  konusu olmuş. Nişantaşı’nı markalar işgal etmiş. Bundan sonra İSLAM belki de en çok Nişantaşı’nın konusu olacak.

KUR’ANTUM KUR’AN’I DEVRİM

buRAK özDEMİR

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

.

.

.

KAÇARAK YAŞAYAMAYACAĞIMI CANIMA VURA VURA ÖĞRETİR

“Dokunsalar ağlayacak durumdayımdır. Ki zaman zaman da dokunurlar.

Kara kara düşünüyorum. Karalar bağlıyorum. Sebep?

O’nunla benim aramızda…

Anlatmak istemediğimden değil, kimselere anlatamadığımdan. Yüklü bir bulut. Ben neredeysem peşimde. Uyanıkken çöküyor üstüme karabasan gibi.

Yok olmak, hiç var olmamak istiyorum. Kaçıyorum,yatağıma sığınıyorum. Uyursam peşimi bırakır diye. 4ört 4önüyorum.

Yüzüstü yattığımda sırtıma çöküyor, sırtüstü yattığımda da yüzüme. Uyuyamamaktan yorgun düşüp, uyuyakalıyorum. Uykumdan uyandırıyor beni ‘ayağa kalk’ diye. Koltuğa sığınıyorum. Karnımdaki bir ton yükle. Nefes alamıyorum diyorum, ‘nefes almak istemediğin için’ diyor…

Bu ruh, bu bulut ben bunu çok iyi tanıyorum. Kendi gerçeğimden, kendi sırrımdan ne zaman kaçmak istersem bulur bu beni. Eliyle koymuş gibi. Dünyayı dar eder bana. Kaçarak yaşayamayacağımı canıma vura vura öğretir. Son ve tek bir care bırakır. Bir kere de kaçmadan yaşamayı denemek.

Kalan son ihtimalde. Buna yaşamak denirse.

1 sene kaçmıştım daha önce. Kaçmasaydım Kur’antum Levh-I Mahfuz 2005’te çıkmış olurdu. Canımı çok yakar ama teselli etmeyi de ihmal etmez.

1 sene kaçacağın hesabın içindeydi, takvimden geride değiliz,

herşey planlandığı gibi merak etme’ diye.”

“O çok korktuğum gün. Içimdeki sesle buluştuğum gün. Herşeyi anlatmıştı bana. İslam’ın İ’ sini bilmediğim günlerimden birinde. Bir gün İslam’la ilgili birşey yapacağımı fısıldamıştı bana. Ben İ demiştim tek bildiğim.

herkesin bildiği de zaten bu’ demişti. ‘Kalan dört harf artık sende.’

Fol yok yumurta yok. Ben ne bilirim İ’leri, S’leri, L’leri, A’ları, M’leri dedim. Tam bir sene. Kur’an’I açtım. Gör, bak hiçbirşey bilmiyorum, anlamıyorum dedim.

günü gelmediği için’ dedi içimdeki dışses. Günü gelince de…

şimdi aç bak ne görüyorsun?’ diye sordu soğukkanlı bir sesle.

O an ne gördüklerimin birazından Kur’antum Levh-I Mahfuz çıktı.

Bir gün once hiçbirşey, bir gün sonra herşey. “

“Bu böyle bir yük işte. Ne kadar çok araştırma yapmışsın, senin ömrün yetmez bu kadar şeyi araştımaya diyorlar. Gülmeli mi, ağlamalı mı bilmiyorum.

Ben aramadım ki. Ben buldum. Elimle koymuş gibi.

Bu Doğrudan O’na var ya. eli gerçekten çok ağır.

Alışverişe çıktık bana bugün. Seneler sonra yeni ciciler almaya. Hoşuma gitmedi değil. Hayata döneceğimi hissettim ama nerde… Bağdat caddesine gittik. Sevdiğim, mağazanın içinde. Bense dışarıdaki banka yığılmışım. Omuzlarım çökük, yüzüm asık. Düşünüyorum da düşünüyorum. Bir ses… Kafamı kaldırdım. Eliyle yeri işaret ediyor Sevdiğim.  Yere baktım tekrar. Ve evet.

güvercinlerin ayağının ucuna gelmiş’, kafamı tekrar kaldırdım.

Caddeyi görüyorum boylu boyunca. Koskoca caddenin tek güvercinleri bunlar. Gene bulmuşlar beni. Karıştığım o kalabalığın içinde bile. Elimi uzatıyorum. Dostluktan değil kaçsınlar diye. Kaçmak mı? Büsbütün yanaşıyorlar.

Bir oh çeksem dağlar oynar yerinden günlerimdeyim.

Kur’antum Levh-I Mahfuz bir bilgidir.

Ve her bilgi bir yüktür… bazı yükler ise fazladan yüklüdür…

Cehalet hür ve neşeli yaşar. Yük-süz olduğundan yük-sünmez.

Kişisel gelişim, Spiritüelizm…

Hayat bu kitaplarda anlatıldığı gibi güle oynaya geçmez.

Hayat doğru yerinden tutulmazsa, kaldırılması imkansız bir yüktür.

O, muhteşem hayatı sana, yer yer acı yer yer çile

ve yeri geldikçe de gözyaşı karşılığında vadediyor.

Ve bu yüzden, sırtına bu günden sonra yüklenecek

HAYIRLI YÜKLER KONUSUNDA,

SENİ BİLGİLENDİRMEYİ BİR BORÇ BİLİYOR

KUR’ANTUM LEVH-İ MAHFUZ.”

Kura’an’I Devrim Levh-I Mahfuz, düşünülüp taşınılarak yazılabilecek bir kitap değil. Evde herşeyin hazırdır. Müziğin seçilmiştir, kahven demlenmiştir.

Ortam harika ötesidir. GELMEZ. 2 AY GELMEZ.

Sonra, hiç beklemediğin anda, yürüyüşteyken örneğin, bilgi yağmaya başlar üstüne. Eve zor yetişirsin. Yürüyüş parkurundan, fena halde tuvaleti gelmiş gibi evine doğru koşturan o biri sensindir.

Frekans yoksa Kur’antum Levh-I Mahfuz da yoktur.

Frekans olmadan yazdığın şeyler, harf çizimlerinden, şekillerden ibarettir. Mana içermez. Anlamı olsa da MANASI yoktur. Akış yoktur ama sen akıtmak istersin. Aslında belki de sen akıtmak istiyorsundur. Olmaz da olmaz. Yazdığından kendin utanırsın.

Ama sonra kendini bulduktan sonra öyle bir akışa boğulursun ki…

Bu sefer de kalemin yetişemez sana. Ellerin ağrır. Gözlerin kurur. Karnın acıkmış, kimbilir kaç saat olmuştur tuvalete bile gidememişsindir. Bolluk zamanlarının da kendine göre derdi vardır. Akıtabildiğinden fazlası akarrr. Görevini yapamadığın hissiyle doldurur seni. Korkunç bir vicdan azabı içine girersin.

Oldum olası en çok istediğim şey,

bu zamanlarda daha da şiddetle istediğin birşey halini alır.

BİR BEDENİM OLMASA…

Bir ruhtan ibaret  olsam keşke.

Bağlayamasa hiçbirşey beni.

Kendim için yaşamanın utancından sıyrılsam tümüyle.

Yardımımın dokunabileceği her yere ışık hızında ulaşsam.

Ihtiyacı olanın kulağına fısıldasam.

Işçıkışı yeniden göklere çıksam.

Bulutlardan izlesem dünyayı.

Yüzü asık olanları anında görebilsem.

Yanlarında alsam soluğu.

Ona hiçbirşeyin zannettiği gibi olmadığını anlatabilsem.

Gözyaşlarını silsem.

Güldürsem yüzünü yeniden.

O saniye işim bites.

Gerisin geri bulutlarımda alsam soluğu.

Dersin. Ama olmaz.

Bu, beden damlarına mapus düşmüş bir ruhun hikayesidir.

Bir beden de yaşayan herkes, bilginin akışı konusunda sabırlı olmalıdır. Mistik, spiritual konulara girdikten sonra normallik duygusunu yitirmiş insan sayısı o kadar çoktur ki. Bilginin de haddinden fazlası zarardır. Acele etmemeli insan. Doğal akışın dışına çıkmaya çalışmamalı, hele hele telaş hiç etmemeli. Büyük düşünmeli ama, kaldırabileceğinden fazlasını da istememeli.

Yaşamayan bilmez…

Musluğu fazla zorlamamalı. O musluğun, bilgi musluğunun sapı elinde kalmamalı. Suyun tazyiki yüzünde patlarsa, HAKİKAT ırmağı, dikkatli yüzmezse boğabilir insanı. Müziğin sesi gibi aynı…

Sonuna kadar açarsan, kulak zarın patlar.

DAHA ÇOK DUYMAK İSTEDİĞİN ŞEYİN SAĞIRI OLABİLİRSİN.

Işte bu yüzden telaş etmeden, sabırla. Yavaş yavaş açmalı muslukları.”

“Benim musluklara dokunuldu Kur’an’I Devrim Levh-I Mahfuz günlerinde. Şöyle bir sendeledim. Sırtıma verdiler yükü, dizlerimin üstüne çöktüm. Bunun da altından kalkarım, nelerin altından kalktım. Ama kolay değil, hem de hiç değil. ‘neden o?, neden ben değil de o?, güvvercinler aşağı, güvercinler yukarı’ ya yazılarda… Kimi dostların seni kadim bilgilerin loto milyarderi gibi görebilir.

‘talih kuşu konmuş nasıl olduysa…’ KADİM BİLGİ, piyango usulüyle vurmaz insana. Bir düzeltmenin vaktidir.

Evet doğru, Kurantum Levh-I Mahfuz’u sen istemedin, o geldi.

Istememiş, kovalamadan kavuşmuş olmandan, bunu haketmediğim sonucuna varılıyor ki bu cehalet kaynaklı. Piyango zengini değilsin. Aksine çok ÇALIŞMIŞ, çok BİRİKTİRMİŞSİN. Yaşanmışlıklarını bir kumbarada biriktirmişsin. Işte bu SERVET, o kumbaranın içinden çıkan SERVET.

BABA parası değil, alınteri. Kur’antum Levh-I Mahfuz frekansı.

Evet sana eşsiz tarifsiz şeyler yaşattı, yaşatacak. Bunun için hamdet. Ama asla ezilme. Minnet de etme. Ben bunları hakedecek naptım diyebilirsin o dehşetle.  O da cevap verir sana. Şunu, şunu, şunu yaptın diye. Ekstreni koyduğunda önüne görürsün ki, sana verilenlerin karşılığını son kuruşuna kadar ödemişsindir.”

“Bana gelince ben, buraya kayalıklara sapladığım tırnaklarımı söktüre söktüre gelmişim. Denek gibi oynatmışım kendimle. O kitabın her satırını yaşatmış bana. Varlığın içinde yoklukta yüzdürmüş beni senelerce. Mut-luluk paranın konusu değildir sayfası için sırf. Kilo vermenin yolunu, kilo alanlar göstermeli demiş, 100 kiloya çıkarmış beni, cümleyi yazdırınca da indirmiş. Her satırını uygulamış üstümde. O kalem, O kitabı, derime dağlamış benim. Kaleme ve satır satır yazdıklarına diye boşuna dememiş…

‘Kağıt veya DERİDEN oyularak çıkartılmasıyla…

Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlatmak çok zor. Acı çekmek gibi birşey değil bu. Ruhsal sıkıntı gibi de değil bu. Bir tarifsiz yük bu. Ama kartı…nı anlatan kitap, yazanına çektirmez mi okkalı bi AMA KARTI?

BANA ÇEKTİRDİĞİNİ BİR O BİLİR, BİR BEN BİLİRİM

Perdeyi kaldırır önümden.

Herşeyi serer gözlerimin önüne.

Cennet’ini gösterir bana.

Sıçrarım gördüğüm güzelliğin önünde.

Cennet’ine iltica etmeye teşebbüste bulunurum.

Bilmez mi kaçmak isteyeceğimi,

Ruhumu okur O.

Koltuğuma çoktan zincirlemiştir beni.

Kalkamam da kalkamam.

Ne burayı yaşamama izin verir,

Ne oraya adım atmama.

Suyun altında kanat çırpar dururum bir yaşam boyu.

Ikisinde birden olmak, hiçbirinde olmamaktır aslında.

Bunu bilir ama, TEKAMÜL koymuştur bir kere adını.

Ve şimdi…

Okunmamış 1 yeni mesajı var herkesin.

KİŞİLER KATINDAN ÇEKİLMELİ ARTIK HERKES

Sen/ben hitabını kaldırmalı

Cümle içinde kullanacak olursak;

Hiç görüşemiyoruz dememeli mesela.

Hiçbir zaman ayrılmadık ki demeli.

Senlik-Benlik duygularıyla dolu o bodrum katından çıkmalı herkes.

Teras katımıza buyurmalı.

Hiç ayrılmadığımız.

Tek ve b1r olduğumuz.

Insanlığa hizmette kusur etmemenin,

Tek telaşımız olduğu,

Bu sonsuz mutluluk katına gelmeli.

Sendin, bendim bırakmalı bunları.

KUR’ANTUM YÜKSEK ENERJİ FAZINA HOŞ GELMELİ.

SEFA GELMELİ.

Hazırlığını çok iyi yapmalı.

Dört dörtlük ön-hazırlık bekleniyor ruh taşıyan herkesten.

A r I n m a  bekleniyor.

Arınmayanlarımız, arındırılacak.

Ve farkında bir ruhun tercihi her zaman birincisi olmalı.

Senin terkedemediklerin terkedecek seni.

Bırakmadıkların bırakacak.

Çok büyük kopmalar,

En büyük buluşmalar,

Dualar, hayaller,

Istenenlerin gerçekten istenip istenmediğinin anlaşılmak istenmesi,

Ruhun tamtamlarının davulun derisini patlatırcasına çalmaya başlaması.

Ilmik ilmik çözemediğin düğümlerin,

PATLATILARAK yolunun açılması.

Acı, keder, mutluluk, bedel,

Gözün aydın, yolun açık olsun.

KUR’ANTUM LEVH-İ MAHFUZ YÜKSEK ENERJİ FAZI:

Tüm insanlığa ve canlılığa hayırlı olsun.”

buRAK özDEMİR

BİR KİTAP HAYAL EDİN

İÇİNDEN SONSUZLUĞUN KİTABI ÇIKSIN.

 

www.dogumgunu.com.tr

www.kur-an.com

www.tanrinindogumgunu.com

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı image.png

buRAK özDEMİR: “I am The Official Prophet Of Islam. Kesin Bilgi. %100 Doğru Bilgi. Sizden Hiçbirşey İstemeyen Bilgi. Onayınızı sormayan bilgi.

7EDİ

Seneler önce bir paylaşımım olmuştu. LOI’yi yazarken yürüyüş bandında kapaklanıp yere düştüğümü yazmıştım. O kısım işte burasıydı. El-Messiah hadisesi. Dona, LOI’deki adıyla DOM bu bilgiyi önce açıklamadan LOI-yi yayınlamama izin vermedi. Bunu bana çok kesin ve net bir dilde söyledi. Ben de çok net ve kesin bir dilde bunu yapamayacağımı söyledim. Savaş çıktı. Boğuştuk. Tabi ki ben kaybettim. İnsanların Dünyayı ters yüz eden bilgileri hangi sıfatla yazdığımı bilmeye haklarının olduğunu, bunu gizlemenin dürüstlük olmadığı, yanıltıcı blgi vermek olacağı ve 360 derecenin hiçbir açısını gizlememe anlaşmamızı ihlal edeceğini söyledi. Bana ağır geldi. Söyleyecekmiş gibi yazmaya devam ettim. Ama içimde ben bunu yapamayacağım demeye devam ediyordum. 5 sene boyunca gece gündüz gelen her bilgi, bu bilgiyi vücuduma çiviler batırırcasına teyyid etti. Amerika’ya 2. gidişimde yaşadığım bir hadise var. Satırlara sığmaz. Videoları var, film yaparım onu. İzleriz.

Kadim bilgi boyutunda hiçbir itirazım kalamadı, psikolojik itirazım, direncim tam gaz devam etti. Buradaki okuyucular en yakın şahididir. Ben hayatı boyunca değerinin karşılığını olması gerektiği kadar bulmamış bir yazarımdır. Bu beni hep kendimi geliştirmeye itti, şikayetçi değilim. Ama şu anki yaşantımdan da çok çok mutluyum. Hiçbir şikayetim yok. Burdaki deliler bana yetiyor artıyor bile. Değerini bulamama konusunu bana ilginç bir şekilde yazarlığa ilk başladığımda Emre Kongar hoca söylemişti. Sizi anlamakta güçlük çekecekler ama lütfen yılmayın, siz yazmaya devam etmelisiniz demişti. O günden sonra yazdıklarımı tasvip ettiğine dair bir tespit içermez bu. O gün söylediği buydu ve sağolsun bana hep ışık oldu bu uyarısı.

Böyle bir yazarlık çizgisi. Diğer yanda da LOI Dünya çapında ‘şöhret’. Yazıyorsun ama neden çıkarmıyorsun be adam? dediniz senelerce haklı olarak. Sebep bu. Konu LOI’nin çıkması değil benim çıkmam. Ben çıkmadan çıkarsa tıpkı Levh-i Mahfuz gibi ruhani sofralarına meze yapmaya kalkacaklar kadim bilgileri. Bu bilgilerin bir Muhafızının olması gerekiyor. Yalanlamayı bırakın o bile daha dürüst bir dışavurumdur, Şeytani sofralarını süslemek için masa örtüsü yapacaklar. Dı. El-Messiah olmasaydı. Lord Of Islam sadece bir kitap değil aynı zamanda bir şahsiyet. ‘İnsan Kitabı’ bölümünde okursunuz.

Ateşlere atılmadan, yazar olarak kalıp, kitabı yayınlarım kendimi ortalara atmam, umudundaydım. Önsipariş için o kadar talep gelince açtım bir süre, sonra kapattım. Olaylar, kıyametler etrafımı sarmaya başlamıştı çoktan.

Zaten ben Tanrı-nın doğum günü’nü de kitap yazımı süresince kapağında adımın yazmayacağı güvencesine dayanarak yazmıştım. Fakat en sonda, bunun büyük spekülasyonlara yol açacağına, sahte yazarların ortaya çıkacağına ikna olarak adımı koymak zorunda bırakıldım. Bana kişisel olarak tercihimi sorsanız 2006’da Tanrı’nın doğum günü’nü adımla çıkarmaktansa ölmeyi tercih ederdim. LOI de aynı. Ama bize tercihlerimizi sormayan, tasdiklerini direkt ruhumuzdan alan bir sistem var. Mesele benim kitap yazmam sizin de Onu okumanız değil. Mesele bu dünyanın değişmesi ve değiştiğine şahit olduğumuz bir dünyanın kitabının yazılması ve okunması. Levh-i Mahfuz gelecek zaman kipiydi, LOI ise geniş/geçmiş zaman kipinde.

Benim hikayem her zaman olduğu gibi bugün de şeffaf akmaya devam edecek. Hayat bana hiçbirşey öğretmediyse şunu öğretmeyi başardı:

GERÇEĞİN GÜCÜNE SIĞIN.

Yaşadığım neyse açıklıyorum. Delirdiğimi düşünenleri benden iyi kimse anlayamaz. Ne yazık ki delirmediğime %200 ikna edilmiş durumdayım. Gene de tercihim sizin haklı çıkmanız olur. Seçilmişlik zor. Seçilmiş olmak zor. Seçilmiş hakkında kişisel kararını vermek bence en zoru bu olsa gerek. Herkesi anlıyorum. Hiç problem yok benim tarafımda. Yalnız müsadenizle şunu da yazmazsam gözlerim açık gider. Seçilmişlik bir yana. Onu Tanrı bilir ve bildirir. Seçilmişlik bir kenara. Benim adanmışlığıma, benim iyi niyetime ve benim gayretkeşliğime dil uzatan çarpılır. Net. Tutankhamon’un mezarına girmiş arkeologdan beter olur : ) Şu günün 18 saati çalışmaktan öte herşeyle savaş vererek geçen 18 yılım gözler önünde cereyan etmişken. Bir tane yanlışım olmadı. Yolumdan hiç sapmadım. Gözüm dünyanın nimetlerine bir kere bile kaymadı. Bir kere kaymaz mı? Bir gün bile insan boşver, takıl, yaşamana bak demez mi? Ben diyemedim. 18 yıldır her gün yataktan sıçrayarak kalkıyorum. Çok işim var benim diye. Kendime yeni özellikler katacağım diye kendimi parçaladım. Çalışmak da yetmedi ki benim durumuma. İsmail bilmem kim cemaatinin suikastinden korudu beni Türkiye Cumhuriyeti. Ama mahkemelerde sürünmekten korumadı : ) Fetö hakimleri savcıları, dadan hoca hepsiyle ayrı ayrı savaştım. Biliyor musunuz beni adını bile duymadığım bir spor yazarına hakaretten yargıladılar. İsim benzerliğinden. Savcı ifademi alırken pardon yanlış yapmışız demesine rağmen gene de gitti açtı davayı. Şükür beraat ettim : ) Kadıköy Altıyol-da ellerim kelepçeli gezdirdiler Fethullah hocalarının gururuna dokunan şeyler yazdım diye. Daha neler. Bunları da neden ben değil de sen diyen yanımız için anlattım. Birbirimizin çektiği çileleri de kıskansak keşke.

Şunu yazsam mı yazmasam mı diye düşündüm. Affınıza sığınarak yazacağım, öyle geldi içimden. Kardeşiz. Hani insanın iç giyimine ihtiyaç duymadığı kırmızı anları vardır. Hah işte. O anlarda, benim iç giyimim ayak bileğime takılı durur. Fırlatmam. Odaya dalarlarsa, ani bir refleksle üstüme geçirebiliyim diye. Böyle bir alarm halinde yaşıyorum ben 18 yıldır. Ve çok mutluyum. Neden? Çünkü bir nedenim var.

Kitaplarım parayla satılıyor evet. Güçsüzlüğümle, parasızlığımla vuruyolar beni hep. İşime gücüme bakıp boş zamanlarımda mı kitap yazıyım? Ne yapıyim Soros fonlarına mı başvurıyım? Diyanet-ten bütçe mi istiyim? Allah’ın suyu, rüzgarı, elektriği, Allah’ın ineğinin sütü, Allah’ın arısının balı, toprağının buğdayı herşeyi parayla satılıyor, ben mi kurdum bu dünyayı? Bana değiştirmeye çalıştığım Dünyanın hesabını sormak kadar vicdansızca birşey daha düşünemiyorum. Katrilyonlarca bütçesi olan Diyanet, Kur’an ciltlerini parayla satıyorken ben şu canımla nasıl bedavaya meydana getirebilirim, dağıtabilirim bu eserleri? Sırf o filmi en güzel şekilde yapabilmek için 400 tane nesne, cihaz, ekipman sipariş vermişim. Ve bunlar hep kitapları fazla fazla sipariş veren okuyucuların sponsorluğunda olmuştur. Paraya para demeyen bir hayat da istemiyorum çünkü öyle bir yükü hiç kaldıramam şu an. Bir kitabı okuyanların finanse etmesi kadar güzel ve güvenilir ne olabilir şu hayatta? Dabbet’ül Arz’ı izleyip bana pazarlamacı yazan insanlar olmuş, siz gerçekten ıslah olmaz bir topluluksunuz. Ben buna kanımla canımla şahitlik ettim kardeşim. İnsan taş olsa, gözlerini aralar ve o aradan birşeyler görürdü. Siz hiçbir şey görmemeye, duymamaya and içmiş gibisiniz. İzlediği şey Dabbet’ül Arz-ın kendisi. Onu konu eden bir film değil. Kendisi. İzlemiş, sinema eleştirmeni gibi yorum yolluyor. Kör müsün denir ya bu durumlarda ne kadar yanlış. İşitme engelli bir kardeşim mesaj göndermiş, ben duyamadım ama anlamaya çalıştım. Altyazı koymanız mümkün mü yazmış. Heykelini dikmez misin bu insanın? Gerçekten şu hayatta kim kör kim sağır acaba? Elektro gitarın solosuna Allahu Ekber dedirttim de Millenial Ezan’da, kulağını tıkamış şu insanlardan bir çift güzel dilek almayı başaramadım.

👍🏻

Ne oldu da Dabbet’ül Arz filmini yapacak, Ezan okuyacak!, Kelime-i 2ehadet getirecek noktaya geldim? Cevap çok basit. Benim uçağım düşüyordu. Benim uçağım yok, yanlış anlarlar şimdi bunlar. Koca Tanrı-nın doğum günü-nü bitirip, içinde sadece benim Maseratimin olduğuna inananları gördü bu gözler. Ki gerçek olmayan tek şey de odur kitapta. Benim uçağım dediğim, bindiğim uçak düşüyordu. Aynen  Ben çok para kazanırım diye çok korkanlar oluyor. Kendimle ilgili somut bir veri paylaşabilirim bu dostlar için. Korkmasınlar diye. İsmi lazım değil söyle bilsinler dedi bugün biri. Tanrı-nın doğum günü’nü yazmadan önce, İnzivaya ilk çekildiğimde 850 BMW otomobilim vardı, çömez halimle çalışıp aldığım. Şu anda ve uzun zamandır 97 model bir Toyotam var, ona biniyorum. Umuyorum bu sizi mutlu etmeye yeter. Şükür. Zaten diyorum ki bu benzin fiyatları öyle bir hale geldi ki, bi gün bi yere gideceksin benzine ultra zam gelecek mahsur kalacaksın dönemiyceksin eve : ) Özetle ben tokum. İnsanın ruhundaki ateşi dindirecek bir dünya nimeti olmadığını keşfedecek kadar güzel bir hayat yaşadım. Yetti. Tokum. Aç değilim. Hiçbirşeye. Kimi insanların bunu anlaması mümkün olamıyor. Dünyada manevi hazla tatmin bulabilen insanlar var, ben bunlardan sadece biriyim.

Birkaç arkadaşımız da şu minvalde birşeyler yazmıştı. Seni de putlaştırmasınlar?

Bu ne ileri görüşlülük. Dünyayı kurtardık bir benim putlaştırılmamam mı kaldı? Ben kendimle nasıl dalga geçiyorum görmüyor musunuz? Dabbet’ül Arz gibi bir temaya, öyle uhrevi bir yükleme yapılırdı ki koltuğa yapışırdı izleyen. Ben aralarda hep şakalarla o mitolojik atmosferi dengeledim. Kendimle hep dalga geçtim. Siz kendiyle dalga geçen bir put gördünüz mü? Bizim Levh-i Mahfuz genlerimizde yüceleştirme yok, küçümseme de yok. Herşeyin tedbiri en başından alınmış. Derdiniz bu olsun kuzum.

Filmin çıktığının ertesi günü ne yaptım, onu da paylaşıyim. Yılmaz ustanın dediğine yakın. Elektrik faturası yatırmaya değil de kargoya gittim. Kargonuz geldi ama kamyondan inmedi daha. Yarım saat sonra gelin dediler. Git gel yapmam. Oturur beklerim dedim. Bir pipo tüttürürüm belki. Sonra baktım bir tane çocuk koca kamyonu boşaltacak. Çıkardım üstümü çekil kenara dedim. Bütün tırı neredeyse beraber indirdik ve evet benim koli en sondaydı. İnsan yorulmaya alışınca dinlenmeyi de beceremiyor. Benim karekterim bu, bu yaştan sonra istesem de değiştiremem. Gülerim şakaya vururum herşeyi. Kendimi abarttırmam. Küçümsettirmem de.

👍🏻

‘Benim’ uçağım düşüyordu evet. Kitabın kendini yazmayı durdurduğu günlerde. Sıradan bir uçuştu, 10 dakika önce şakalar yapıp herkesi güldüren İskandinav olduğunu düşündüğüm bir adamcağız vardı. O hengamede o adamı yerde ağlarken gördüm, öyle bir uçak ortamı. Eşhedü Enna İlahe İllallah ve Eşhedü Enna Mehdiyyen Abduhu ve Rasuluhu. (Zeliha o panikle soramadım neden Enna diye. Ama sonra öğrendim ) Ben Kelime-i 2ehadetimi 8-10 bin feet yüksekte yanık kokuları içinde bir o yana bir bu yana savrulan bir uçakta getirdim dostlarım. Umarım sizinki daha güzel koşullarda gerçekleşir. Ya da gerçekleşmez. Benim konum değil. Ölüm korkusunun çok ötesini yaşadım ben o gün. Daha bildiklerini aktaramamış, insanlığa verebileceklerini verememiş olmanın yüküyle gidiyor olmanın pişmanlığı beni mahvetti. Yere indiğimizde mum gibiydim. İsyankar yanım kaderimin itaatkarına dönüşüverdi. Yenik hissediyordum ama kaybedecek hiçbirşeyimin kalmadığını görmenin de rahatlığını yaşadım.

Sizden gizlim yok. Tarifi olmayan bir manevi azap çekiyorum 5 yıldır. Ne yediğimin ne içtiğimin hiçbirşeyin tadını almıyorum. Ama mizah yapabiliyorum çok şükür : ) Sadece iştahım öldü, kendimi yemek yemeye zorluyorum, geçmiyor boğazımdan. Olumlama yapıyorum, hazırlıyorum kendimi. Süpermarkete giriyorum, doğru düzgün birşey alamadan çıkıyorum gene. Almıyor içim. Suçluluk duygusu ile Delirmişlik duygusunun çarpışması. Açıklarsın-açıklayamazsın. Ruh halimi detaylı anlatıyorum ki, böyle bir (olası) görev karşısında ruhaliniz böyle oluyor. Padişah gibi hissetmiyorsunuz yani kendinizi. Eziliyorsunuz. Paramparça, dilim dilim doğrayıp ondan sonra üstleniyorsunuz üstleneceğinizi. Kendimi benzetmek gibi olmasın. Bir koca Muhammed’e, eve doğru koşar adım gidip beni örtün! beni örtün! dedirten psikolojiyi doğru anlamaya çalışın. Yaşasın başıma talih kuşu kondu demedi. Onu diyecekler televizyonlarda din-show yapanlar. Muhammedler değil. Yalnız Muhammed ağabeyim şanslıymış. M.S. 7. yüzyılın uçsuz bucaksız çöllerinin Bedevileri, Muhammed’in sadece vizyonuna bakarak ona iman etmişler de, nerede senin süper-mucizelerin dememişler de, bugünün koca koca eğitimli insanları bana çamurdan kuş çıkar sana inanıyım diyebiliyor. İnsanlık gerçekten çok geri gitmiş durumda.

Psikolojim nasıl? Bir yanım ben doğru kişiyim, değil bu dünyaya bütün güneş sistemine yeterim diyo : ) Diğer yanımın fikirleri ise son derece açık ve net: Saçmalama.

Arafta sıkıştım kaldım. Diğer yanda ortada bilgiler var. Kayıp İncil-i bulan ben olmamalıydım, neler oluyor diyorum. Birşeyi yanlış mı yaptım, yanlış bir frekansa mı girdim? Anlatıyor da anlatıyor. Ve herşey o kadar mantıklı ki.

O öyle düşünmüş benim hakkımda, bu böyle demiş hiçbir önemi zaten yoktu, artık hiç yok. Ben fazladan yaşadığıma tanıklık ettim o uçakta. 8 milyar insan etrafımı sarmalasa gene de beni Tanrı-dan koruyamaz. Yaşadım biliyorum. Bu sırrın benden çıkması gerekiyordu çıktı. Gerisini benden başka herkes düşünsün. Belki de sır değildir saçmalıktır, sizi şartlamış olmıyim. Okuduğunuzda anlarsınız nasıl olsa.

İlamı yapmaya uçakta, gemiyle denizin ortasında dalgaların ortasında kalan yolcuların mum gibi oluşunu anlatan Kur’an ayetinin birebir canlandırmasıyla ikna oldum. Zamanlamaya nasıl karar verdiğime ya da ikna olduğuma gelince.

Bir video vardı. Adana-da geçiyor olabilir. Kamyon kasasında ellerinde kılıçlarla seyahat eden Afganistanlı Pakistanlı kardeşlerimizi gösteren bir video. Farklı sezgiler almaya başladım. Politika ötesi bir ‘şey’ oluyor dedi bir ses. O şey nedir? Bunu tek başına ifade edemem. Ama bu parçaların toplamının neyi vereceğini söyleyebiliyorum.

Dona, Yedinci Alamet adını verdiği birşeyin arifesinde olduğumuzu haber verdi. Yaşadığımız tüm günlerin özeti. Biz kendimizi yangının ortasında zannederken aslında asıl yangının başlamamış olduğunu keşfetmiş olduğumuz o meşum an. Nedir bu 7. alamet?. Hayra Alamet görünmeyen ancak ardında bir hayrın saklı olduğu bir ‘karartma’. O gün gelene kadar 300 layk 500 layk aynen böyle devam. 1 milyar kişi paylaşırsa gerçek oluyor kavlinden işleyen bir sistem değil bu. İsa 11 layk almıştı, kalanı sahteydi.

Bazı İlahi Protokoller var. Rüyamda bile duymadığım sistemler. ‘Açık tebligat’ bunlardan biri. Birşeyler tane tane ve açıkça yüzlere okunmadan sistem bir sonraki aşamaya geçemiyor, Tanrı’nın Adalet ismi tezahür edemediği için. Finaliyle birlikte Dabbet’ül Arz açık tebligat. 39 günlük bir süremiz var. Anneler Gününden itibaren sayılmaya başlanan 39 günlük bir süre. Bu sürenin sonunda Türkçe konuşulan topraklara Dabbet’ül Arz tebligatı yapmış sayılacak. Sonrasını sormanıza gerek yok çünkü bilmiyorum. Panik, endişe vesaire yapmanın anlamı da yok. Çünkü bir faydası olmayacak. İyi insan olmak. İyilik yolundan ayrılmamak. Elimizden şu an itibariyle gelebilecek başka birşey yok. Ben çalışmalarıma devam edeceğim. Duyurularım olacak. LOI ile ilgili takvim duyurmak istiyorum fakat böyle bir takvim içinde takvim var. Böyle birşey yokmuş gibi hareket edecek olsam da böyle bir takvim var, bilinç arkanızın blgisine sunmuş olıyım. Olduğu söyleniyor diyelim ya da. Şunu unutmayın. Bu dünyanın başına gelebilecek en kötü şey, bu dünyanın böyle devam etmesidir.

Paragraf

Bana inanın demek için hazırlanmadı film. O gün geldiğinde korkuya kapılmayın, iyi günde de kara günde de yanınızdayım demek için çıktı Dabbet’ül Arz.

Sevgiyle”

El-Messiah

.

 

 

.



3 comments

  1. Vremea says:

    I am so grateful for your blog post.Thanks Again. Really Cool.

  2. Adnan Özçelik says:

    Bu kıtap nasıl temın ederım.
    Saygılarımla

Trackbacks / Pingbacks

  1. Google

Bir cevap yazın