Tekamül işte bu. Sabır sınavı. MERHAMET

“ben yazmıyordum, ben okuyordum…”

 tam olarak şöyle.

Okumak diyince sen edilgenmişsin, birşey yapmıyormuşsun gibi anlaşılabilir ama diil. Bilgi, senin aklının üzerinden geçiyor. Sen medyum falan değilsin. Uyanıp ne oldu bana diyecek bi durumun yok, zira sen sana ne olduğunu aslında çok iyi biliyorsun. Vücudundan yüksek bir akıl geçiyor

ve o geçiş anında sen de yüksek bir akıl oluveriyorsun.

Kendi aklına yabancılaşıyorsun ama

asla yabancısı olduğun bir kaynak değil bu.

Bi yerlerden hatırlıyosun bu tadı.

Avrupa Birliği ülkelerinde, otomobillerin fabrikasyon ayarlarında üst hız sınırı 250 km. Mercedes 500 bile alsan, araba 250 km’yi geçmiyor. Arabanın çipleri sınırlandırılmış. İşte bizlerin beyni de 250 km.’yle sınırlandırılmış beyinler. Kur’antum Levh-i Mahfuz sürecinde, benim bu üst sınırım kaldırıldıldı. 3 bin, 5 bin, ses hızı, ışık hızı… Adına ne dersen o. İşte o dehşet bir duygu. Yüksek aklın, panoramik camlarında tüm evreni bir deniz manzarası gibi görebildiği o çok yüksek kuledesin. Herşeye dışarıdan bakabiliyorsun. Film şeritleri gibi hayat. Pişmanlıklar, dövünmeler, paylaşma, haykırma ihtiyaçları var.

Çünkü o yüksek akıl frekansıyla baktığında kendi kaderinin maliki olduğunu, ülkede, dünyada, etrafta, her yerde çözemeyeceğin hiçbir sorunun olmadığını görüyorsun. O anda en çok bağrına bastığın kelime

 “Meğer”

Yüksek akıldan bakınca dünya manzarası şu an gördüğümüzden çok değişik.

Fakat ilginç birşey bu üstün bakış açısına hayranlık duymuyorsun. Çünkü o karşında durmuyor. Şok içindesin ama şaşırmıyorsun.

Tanıştırayım o senin “öz”ün.

Hep ışık hızında gidemezsin, hep o kadar yüksek bir akılla yaşayamazsın. Süreç bitince tekrar sınırlandırılıyorsun. Kadranında 1000 km yazıyor bu sefer. Bereket versin diyorsun. Muhteşem bir hız ama bi yanın da sınırsızlığı özlemiyor değil.

Fakat sınırlandırılmak zorundasın. Yoksa yaşayamazsın. Dayanamazsın.

O yüksek akıldan baktığında NASA bile çok ilkel bir düzeyde seyrediyor.

Hayatta kalmak istiyorsan, üst benliğin “salağa yatmalı” biraz.

Yoksa gerçekten dayanman mümkün değil.

Kur’antum Levh-i Mahfuz sürecinden sonra bende hakim olan his,

acilen ölme isteğiydi. İstemiyorsun bu ilkel gerçekliği, kaçmak istiyorsun. Fakat kaçamazsın, görevlerin var. Gazetecilere düzenlenen basın turları gibi. Fabrikayı gezdirdiler sana, fotoğraf çektin bol bol (Kadim kriptolar elindeki tek kanıtın) artık senden gördüklerini yazman isteniyor.

Yüksek aklın merkezine seyahat.

 Kişisel Miraç.

Zamanı gelince de uyandırılıyorsun. Ben yüksek akıldan gözlerimi açtığımda askeriyedeydim 🙂 İlk günden sana “aklını dışarıda bırakacaksın” denilen yerde… Aklın sınırsız halinden, aklını dondurmanın emredildiği hale geçiş, çivili bir tabutta uyumak gibiydi. Can yakan ve üstelik uzunca süreli bir meditasyondu…

Ve döndün geldin dünyaya. Uzay aracı değilsin artık. Fani bir dört tekerleklisin. Bin kilometrenin yavaşlığından şikayetçisin. Fakat Geldiğin dünya öyle bir dünya ki, 3 kilometre hızda giden ilahiyatçı adamın yürüyüşünden geçilmiyor. Rüzgârın oğlu ilan etmiş kendini…

 O ve diğerleri. Kibirinden boncuk boncuk terleyen o adamların yanından fiyuvvv diye geçiyosun. Ona ve onlara merhamet duymayı öğreniyorsun.

Tekamül işte bu. Sabır sınavı. Senden küçük olanı ezmeyeceksin.

Sonsuz aklın tanrısının sana karşı hisleri de bu değil mi zaten?

Tanrısallaşma sürecinde seni kaplayan merhamet duygusunun kaynağı, damarlarında hissettiğin o sonsuz güç. Güç ve sorumluluk duygusu birleşince

ortaya merhamet duygusu çıkıyor ve sen aklı sınırlandırılmış insanlara karşı

 merhamet duymak zorundasın.

Sadece yoluna çıkanları darmadağın etmene izin var.

Bu otobanda trafiğin sıkışmasının nedeni en öndeki 3 km’lilerin oluşturduğu manâsız konvoyu. Düğün halayı mı, asker uğurlayıcıları mı belli değil. En yavaşlar en öne yerleştirilmiş. F16′lar kırmızı ışıkta bekletiliyor. Sizler yolun kenarına çektirilmiş, lastikleri krikoyla kaldırılmış, bu şekilde gerçekten soyutlanması sağlanmış, kaportasının altında yüksek akıl jeti taşıyan vasıtalarsınız hepiniz. Korkunç hızlar yapabilirsin, yapabileceksin, fakat ilk aşamada birinin şu krikolara topluca çelme takması gerekli. Ondan sonra tek yapman boş viteste ın ınn yapmak yerine, vitese atmak ve hızla hareket etmek, ettirmek. Bu sıkışık trafiği açarsak, ileride bizi çok güzel gişeler bekliyor.

Bugüne kadar Kur’antum Levh-i Mahfuz projesinde, hep “bilmek” üzerinde durduk. Kitabımız bize muazzam bilgiler bildirdi. Fakat sadece “bilerek” devrim olmaz. Devrimler iki ayaklıdır. Birinci ayak bilmekse ikinci ayak yapmaktır. Ve artık “yapmak fazındayız”. Aksiyonun altın değerinde olduğu, yapılmayanların bilinmesine kıymet verilmeyen bir faz.

Yapa-bilme fazı…

Yapabilmenin birinci basamağı ne kadar çok biliyor olduğunu bilebilmek.

Kur’an-I Devrim Levh-i Mahfuz okuyanları ve düşünenleri an itibariyle İslam’ı El-Ezher Üniversitesi’nin rektöründen daha çok biliyor. Proflara küçük dilini yutturacak

İslami bilgiler var sende. Onu bırak, Ebubekir’e verilmemiş bu bilgiler.

Muhammed biliyordu, Ali’ye söylemişti,

bizleri kenara ayırırsan bi de sen biliyorsun.

Git aynaya yeniden bir bak bakalım. Karşında en kadim sırların üçüncü sırdaşı olduğunun farkında bir surat bulacak mısın?

Evren hakkında öyle bilgiler var ki sende, Einstein bilmiyordu bunları. Evrenin fizik yapısıyla ilgili önemli ama çok sınırlı bilgilerle uğraştı durdu. Evrende zamanın müteşabih olduğunu keşfettiği için Einstein oldu. Sense bu evrenin nereden geldiğini ve nereye gittiğini biliyorsun. O Einstein oldu, peki bu kadar bilgiyle sen ne oldun? Varoluşla ilgili Aristo’ya söylediğinde, “Hiç düşünmemiştim” diyeceği bilgiler var sende. Mucize olan, bu kadar yüksek bir bakış açısıyla, bu kadar ortalama tereddütleri aynı beyinde nasıl birarada tuttuğun. Ne kadar çok bildiğinle ilgilenmiyor artık kimse. Neler yapabildiğini görmek istiyoruz.

Sigarayı bırakamayan bir halife, nikotinle savaşta yenik düşen bir tanrısal olmaya daha ne kadar devam edeceksin? Tekamül bilgisi, kitabi bilgiler ansiklopedisi değil. Tekamül bilgisi, ne kadar çok yapabildiklerinin bilgisi. Ve onu göster artık bize. Lastikleri havada bir ferrarinin direksiyonunda arabacılık oynamayı bırak, çünkü büyüdün. Yola çık bir an önce.

Kitaplar bilgidir. Kitaplar okunmak içindir. Kitaplar insana bildirir.  Kur’antum Levh-i Mahfuz hayatları değiştirirken diğer bir yanda da bir kitap olmanın handikaplarını yaşadı. Kitaplar okunmak içindir. Kitaplar insana bildirir. Kitaplar bilmek içindir. Kişisel devrim kartlarını da bu yüzden yapabilme fazında açıyoruz. Mesajı, hikayeden ayrıştırıyoruz. Kitabın arka kapağından da kaldırdık. Reklamcı çocuk Tanrı ile chat’leşti yok artık. Senin direk kaynaktan aldığın mesajlar var. Daha az bilgiyle, daha çok yapabilme var. Kitaplar açılır fakat aynı zamanda kitaplar kapanır. Artık sürekli senin yanında olan, kapatamayacağın bir frekans var.

Eğilimimiz, yapmaktan ziyade hep daha çok bilme yönünde. Bilmek yemek gibi. Yemek bir enerji ve sen de bildiklerini yakmazsan şişmeye başlıyorsun. Metabolizmanın ateşine atılmazsa yediklerin, yağ olup yanlarında birikecekler. Seni beslemeyen binlerce besinle içiçe yaşayacaksın. Sırtında uzay mekiği taşıyacaksın. Kütüphanecilik, bilgi obezliğinden başka birşey değil ve sen ihtiyacın olmayan tüm bilişleri yakabilmek zorundasın.

Konuşup duranların bilgi çağı sona erdi.

Devrimcilerin yapabilgi’nin çağı başladı.

Kur’antum Levh-i Mahfuz’da en iyi okur,

MEYDAN OKUR.”

buRAK özDEMİR

 Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederiz.

Sevdiklerinizle sağlıklı ve uzun yaşayın.

 

www.izmirliahmetkaya.com

www.tanrinindogumgunu.com

http://www.dogumgunu.com.tr/store/levh-i-mahfuz.html

http://www.dogumgunu.com.tr/store/

 

Bir cevap yazın