Öğretiyor olmanın şehvetinden sıyrıl, öğreniyor olmanın tadına var.

 

Öğretiyor olmanın şehvetinden sıyrıl, öğreniyor olmanın tadına var.

Bugün yaşadığımız dünyayı, gözlerimizle görüyoruz, her yönden izliyoruz, hatta ona dokunuyoruz. Ancak gene de nelerin olmakta olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Bu durum, tarih için de geçerli, hem de fazlasıyla. Gözlerimizle görmediğimiz, tarihsel olaylardan bahsederken –miştir, -mıştır kesinliğinde konuşmamız, yanılgıya her zaman için açık bir durum. Zihinlerimizdeki bir güvenlik açığı mahiyetinde.

Akademikle bilimsel hep karışır. Bir düşünce üniversitelerde anlatılınca hakikat halini almaz. ‘Üniversitelerde anlatılan bir düşünce’ halini alır. Televizyonda kendini bilimadamı olarak tanıtan akademisyenler görürsün. Çiftçilikle manavlık kadar farklı işlerdir bu ikisi. Bilimadamı, yeni bilgi yaratan kişidir. Akademisyen ise bilimadamının yarattığı bilgiyi nesillere aktarandır.

Her akademisyen, bilimadamı bilimkadını değildir.

Bu durum, felsefe için de geçerlidir. Kant’ın, Sartre’nin felsefelerini öğrencilere aktarıyor olmak seni Kant’ın, Sartre’nin meslektaşı yapmaz. Bu klasik öğretmenliktir ve öğretmenlerle meslektaş olmaktır. Filozof olman için, o düşüncelerin arasında kendi tezlerini, antitezlerini ve sentezlerini de nesillere aktarıyor olman gerekir. Büyük ya da küçük faretmez, kendi keşiflerinin olması gerekir.

Bilim adamı olmak bir mertebedir. Çaba ister, buluş ister, gayret ister, idealist ruh ister. Kafaya takacaksın birşeyleri, çatır çatır makaleler yayınlatacaksın bilimsel çevrelerde. Sarsacaksın o çevreleri, artık ne çevresiyse onlar.

Bilim özünden uzak olan bilim bize uzaktır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yurtdışından alanının en iyileri olmuş bilimadamı, öğretim görevlisi, sanatçı insanları bu ülkeye kazandırmak için gösterdiği çabaya bakıyorum da…

Mustafa Kemal’in hayalini kurduğu üniversite modelinin bu olduğunu hiç sanmıyorum.

Bizim ülkemizde professor olmak, kütüphane olmakla eşdeğer hale gelmiştir ve ben, akademik kariyer yapmakta olan tüm Kur’an’ı Devrimcilerden çok ama çok umutluyum. Öğretmen olan yanımızdan da çok umutluyum ve onların da seçilmiş olduklarına inanıyorum. Kişiler katından çekilmek, kariyerimizi boşlamak anlamına gelmiyor. Bilakis, pürüzsel tiplemelere aldırış etmeden, Johnie Walker edasıyla, kendi çizdiği yolda hiç yılmadan yürümeyi gerektiriyor.

Tarih akademik bir daldır. Fakat birşeyin akademik olması onun bilimsel olduğu anlamına gelmez. Tarih dalının bilimsel olabilmesi için teknolojinin zaman makinası üretmesi gerekir. Basıcaksın düğmeye, gideceksin, raporunu yazıcaksın geleceksin. Fransız İhtilali’ni yerinde inceleyeceksin.

Emin ol, ‘gözlemleyerek’ yansıttığın o bilgi bile kendi içinde subjektif olacaktır.

“sen” yorum getiriyorsun çünkü.

Bugün, dünyamızda yaşayan herkesin tarihçi olduğunu bir düşünsenize. Bugün, yarına kimbilir kaç milyon farklı biçimde yansırdı? Bir düşünün bilgisayar yok. Ve böyle bir ortamda bir adam futbol tarihini yazıyor. Fenerli olan futbol tarihini farklı yazar. Beşiktaşlı olan ayrı.

Tarihi tüm “bilgi”;

1-O kayıtları düşenlerin subjektivisi,

2-O kayıtları inceleyenlerin subjektivitesi.

Bu iki filitreden geçerek elimize ulaşır. Buna bir üçüncü daha eklenir.

3-O kayıtlarla ilgili yazılanları inceleyen sen’in subjektivitesi.

Müziğin tarihiyle ilgili akademik çevrelerde kabul görmüş olan “bilgi”, batılı kaynaklıdır. Fakat dünyanın bir de doğusu vardır…

Tanrı’yı sorgulama cesaretine  sahip olmuş bir zihinsel kudret, öğretilmiş tarih konusunda da pekala sorgulayıcı olabilir. Olmalıdır da. Geçmişte olduğunu zannettiğimiz pekçok şey, aslında bildiklerimizden farklı olabilir. Bunu sorgulamakta hiçbir mahsur yoktur. Bilakis yarar vardır.

Mevcut müzik teorisi, müzikal notaları bundan binyıl önce Guido Arezzo isimli keşişin bulduğunu söylüyor. Dona ise bunun yanlış olduğunu söylüyor. Ve emin olun Dona’yı doğrulayan batılı pek çok kaynak var.  fransız bilgin Laborde’un 1780’lerde, villoteau’nun 1800’lerde yaptığı araştırmalar ve kıyaslamalar, Arezzo’nun 1026’da kendisine mal etmiş olduğu notalama sistemini Müslüman İshak El-Mausili’nin 800’lü yıllarda kullandığını gösteriyor.

Sadece o değil, Arezzo’dan once yaşamış olan El Kindi’nin, Ali İbni Yahya’nın ve Farabi’nin de bu notalama systemi kullandığı tesbit edilmiş durumda. Gel gör ki bellenmiş düşünceleri değiştirmek hiç de kolay olmuyor. Modern tıbbın temelini Yunanlı Hipokrat’tan önce Mısırlı Imhoteb’ın attığı ortaya çıkıyor da, bu konudaki şekillenmiş kanaatleri değiştirmek hiç de kolay olmuyor.

Yani ya bu insanlar zaman makinesi bulup, geleceğe gidip Arezzo’dan kopya çektiler, ya da notalama sistemini onlar buldular.

Her ikisi de büyük keşif diyorum ben.

Bu biraz da baklavaya Rumların sahip çıkması gibi birşey. Yoğurdu sen mi buldun ben mi buldum sendromu. Yer yer ideolojik, yer yer de turizm üzerinden ekonomik. Batı’nın dünyada sesi daha çok çıktığı için herşeyi onlar “bulmuş” durumdalar. Artık birilerininde doğru adına söz alması gerekiyor.

Kur’an’ı Devrim Levh-i Mahfuz, aynı zamanda geçmiş tarihsel bilgilerin de KIYAMETİ…

www.tanrinindogumgunu.com

Yeni bir gelecek yaratmak için yarın yetmez. Düne dair söyleyeceğin yeni şeyler olmalıdır. Kur’an’ı Devrim Levh-i Mahfuz’un bu konuda söyleyeceği çok ama çok şey var.

Life-time education. Yaşam boyu öğrencilik…

Bizim “hayat üniversitesi” sözüyle de çok paralel aslında, şimdi farkettim.

Ve sonsöz:

Öğretiyor olmanın şehvetinden sıyrıl, öğreniyor olmanın tadına var.

Tanrı’nın ilimlerini su gibi içtim bitirdim demene daha çok var…

(buRAK özDEMİR’ e anlatımları ve yaşattığı farkındalıklar için teşekkür ederiz.)

 Sabırla okuduğunuz için teşekkür ederiz.

Sevdiklerinizle sağlıklı ve uzun yaşayın.

 

Bizler LEVH-İ MAHFUZ yüzyılında sizlere bu farkındalılığı yaşatmak için ;

SİZİ ÖZÜNÜZLE tanıştırmak için; LEVH-İ MAHFUZ ve

REİKİ uyumlamalarıyla buradayız.

Ahmet Kaya

0555 310 00 70

REİKİMASTER/TEACHER

www.izmirliahmetkaya.com

www.tanrinindogumgunu.com

http://www.dogumgunu.com.tr/store/levh-i-mahfuz.html

http://www.dogumgunu.com.tr/store/

 

Bir cevap yazın